|
Devrimin genç ölen kahramanları; Camilo Cienfuegos ve Che |
|
Ve hala hayatta olanlar; Fidel ve onu izleyen kardeşi Raul |
1956’dan 58’e kadar gerillalar Sierra Maestra dağlarındaki
küçük garnizonlara saldırılar düzenlerler.
1958 yılında Batista, dağlardaki Gerillaların üzerine tüm
gücüyle saldırır. Verano Operasyonu adı verilen bu saldırıdaki asker sayısı 12
bin kadardır. Gerillaların sayısı ise sadece 300 civarındadır. Fakat Batista’nın
askerlerinin yarıdan fazlası eğitimsiz acemilerdir. Kim bilir belki çoğu da içten içe
devrimci gerillaları destekliyordur. Veya Gerilla Savaşı’nın kitabını yazan Che
bu işte gerçekten çok iyidir ve sonuçta Gerillalar 12 bin askere karşı zafer
kazanırlar. (Gerilla savaşının kitabını yazan derken şaka yapmıyordum; Che
Guevera’nın “Gerilla Savaşı” isimli bir kitabı var, Everest Yayınlarında
mevcut...)
Batista’nın topyekûn
saldırısına başarıyla karşı koyan Gerillalar 21 Ağustos 1958’de karşı saldırıya
geçerler. Üstelik artık yeni silahları da vardır; Batista’nın ordusundan ele
geçirdikleri silahlar...
Arkasından zaferler gelir. Sonunda Camilo Cienfugeos, Santa
Clara yakınlarındaki Yaguajay’daki savaşta önemli bir zafer elde ederken Che’de
Santa Clara’yı ele geçirir.
Santa Clara’nın düşmesinin üzerinden henüz 12 saat bile
geçmemiştir ki, Batista ülkeyi terk eder. Santa Clara’daki bu son savaşla
gerillalar diktatör Batista’ya karşı kesin bir zafer kazanırlarken tarih 31
Aralık 1958'dir.
Santa Clara’da Che’nin zırhlı bir treni ele geçirme öyküsü
var ki aslında tüm bu Küba Devrimi özetini verme nedenim bu konuya gelmekti...
Che’nin Santa Clara şehrini ele geçirmesi üzerine Batista
400 kadar asker, ağır silahlar ve mühimmatla dolu zırhlı bir treni doğuya gönderir. Tabii
ki Comandante’yi asker dolu bile olsa bir trenle korkutmak mümkün değildir. Che’nin
emriyle, bir dozer bulunur, demiryolu raylarının 30 metrelik kısmı kullanılamaz
hale getirilir. Santa Clara’ya kadar gelen tren yoluna devam edemez,
gerillalarca kuşatılır. Yoğun ateş altında kalan trendeki moralsiz ve isteksiz
askerlerle önce teslim koşulları görüşülür ve kısa bir süre sonra da 400 kadar
asker teslim olurlar. Treni ele geçiren gerilla sayısı ise sadece 18’dir...
Santa Clara düşmüştür. Büyük olasılık Batista’nın son
kozu olan trendeki askerler teslim olmuş, bir de üstüne trendeki silah ve
mühimmat Devrimci gerillaların eline geçmiştir. Batista ülkeyi terk eder, Devrim gerçekleşmiştir. Birkaç gün sonra Devrimci Gerillalar Havana sokaklarında coşkuyla karşılanırlar.
Santa Clara’daki ilk durağımız işte bu çatışmanın yaşandığı
ve trenin ele geçirildiği yer oluyor. Bu alan bugün bir açıkhava müzesine
dönüştürülmüş ve İspanyolca ismi de “Tren Blindado” yani Zırhlı Tren.
Bu küçük Açıkhava müzesinde o meşhur trenin 4 vagonu var.
İçlerinde de ele geçirilen silahlardan ve askeri malzemelerden örnekler,
haritalar, fotoğraflar ve Che’nin
portreleri sergileniyor. Ve alanın bir köşesinde de o malum Dozer duruyor. Kübalı
heykeltıraş Jose Delarra’nın heykelleriyle birlikte.
Tren Blindado eğer Küba dediğinizde aklınıza ilk gelen
sözcükler Che, Fidel veya Devrim değilse ilginizi çekmeyecektir. Görülecek çok
fazla da bir şey yok açıkçası. Fakat Küba Devriminin yüzü suyu hürmetine ziyaret edilmesi gereken bir yer, naçizane tavsiyem görülmesi yönündedir.
|
Tren Blindado Müzesi |
|
Vagonlar ve Jose Delarra'nın heykellerinden |
|
Küba tarihinin en meşhur Dozer'i |
|
Vagonlarda sergilenen Che tablolarından; "Che Apasionada" (Che Tutkusu) |
Müzeyi ziyaret etmek için otobüsten inerken fotoğraf
makinemin objektifini değiştirmemiştim, üzerinde takılı olan 70-200 mm ile de
bu küçük alanda fotoğraf çekmek pek mümkün olmadı. Ben de madem objektifi
değiştirmedim bari biraz etrafta dolaşıp sokaklardan kareler çekeyim dedim. İşte
aşağıdaki fotoğraflar da o çektiklerimden. Tren Blindado'ya ait yukarıdaki 4 fotoğraf ise Sevgili
Evrim İğrek’in objektifinden.
|
Santa Clara Sokaklarından bir Dolmuş |
|
Kimi bekliyorsa... |
|
Tren Blindado Müzesinin "çok ciddi" görevlisi |
|
Tütün sarmaya mı gidiyor? Şaka şaka |
|
Bir Dolmuş daha... |
|
Okuldan henüz çıkmış bir öğrenci... |
Yemek sonrası durağımız Che’nin anıt mezarı oluyor. Ve
burası Küba ve Küba Devrimi hakkında hiç bir şey bilmiyor olsanız bile ziyaret
etmeniz gereken bir yer...
Commandante Che Guevera, 1967 yılında Bolivya dağlarında CIA'nin eğittiği Bolivyalı birlikler tarafından yaralı olarak ele geçirilir.
Götürüldüğü La Higuera isimli köyde, derme çatma bir okul binasında da
öldürülür. Anlatılan hikayeyi bilirsiniz; Bolivya Ordusuna mensup, kurayla
seçilmiş celladı Çavuş Mario Teran’ın ellerinin titrediğini gören Che; “Buraya
beni öldürmeye geldiğini biliyorum. Vur beni korkak, yalnızca bir adam öldürmüş
olacaksın” der. Bunlar Commandante’nin son sözleridir.
Burada objektif olmak adına farklı bir bilgi de paylaşayım
madem. Öldürülmeden hemen önce Çavuş Teran’ın gözlerinin içine bakıp yukarıdaki
meşhur sözleri söyleyen Che, güya yakalandığını anlayınca “Durun öldürmeyin, Ben
Che Guevera’yım ve canlı olarak daha değerliyim” demiştir. Ben şahsen
inanmıyor olsam da, elçiye de zeval olmaz, madem böyle bir rivayet var yazmak
lazım.
Che öldürüldükten sonra cesedi bir helikopterin iniş
takımlarına bağlanır ve yakınlardaki Vallegrande kasabasına götürülür. Askerî
bir doktor tarafından elleri kesilir ve Buenos Aires’e gönderilir. Amaç kimliğini
kesin olarak doğrulamaktır, çünkü Arjantin Polisinin elinde Che’nin parmak
izleri vardır.
Yine bir rivayete göre de parmak izi doğrulandıktan sonra Che’nin
elleri Küba'ya, Fidel’e gönderilmiştir...
|
Che'nin öldürüldükten sonra çekilmiş fotoğraflarından Vallegrande Kasabasında çekilmiş... |
Ardından Che’nin cesedi Bolivya Ordusu subayları tarafından
bilinmeyen bir yere götürülür ve yirminci yüzyılın en merak edilen sorularından
biri onlarca yıl boyunca yanıtsız kalır; “Che’nin cesedi nerededir?”
Aradan neredeyse 30 yıl geçip devran döndükten sonra,
zamanında Gerillalara karşı savaşmış Bolivyalı emekli bir General Che’nin
cesedinin nereye gömüldüğünü açıklar. Kübalı bir ekip araştırmalara başlar.
Commandante’nin elleri olmayan cesedinden kalanlar, ele geçirildiği çatışmada
öldürülen altı yoldaşının kemikleriyle birlikte Vallegrande yakınlarındaki bir
uçak pistinin hemen yanında bulunur.
Che ve yoldaşlarının cenazeleri 17 Ekim 1997’de Küba’ya
getirilirler ve Santa Clara’daki Mozoleye defnedilirler. (Memorial Commandante
Ernesto Che Guevera)
Santa Clara şehir merkezinin dışında, geniş bir alanda yer
alan Che Guevera Anıtı ilk bakışta çok da gösterişli değil açıkçası, fakat çok
özel bir yerde olduğunuzu attığınız ilk adımdan itibaren hissedebiliyorsunuz.
Geniş bir meydan, meydanın bir yanında yer alan yine geniş bir bir platform var.
Bu platform üzerinde Che’nin hayatından bazı anların kabartma heykel şeklinde
tasvir edildiği büyük bir duvar (Che dağlarda at sırtında, Che ve Fidel ve Che
ve Cienfuegos gibi), üzerinde Che’nin Fidel’e yazdığı Veda Mektubu olan bir
başka duvar ve Che’nin yaklaşık 8,5 metrelik Bronz bir heykeli yer alıyor.
Üzerinde "Hasta La Victoria Siempre" yazan yüksek bir kaide üzerinde yer alan bronz
heykeli çok uzaklardan bile görebiliyorsunuz.
Tüm anıt pek çok sembolle dolu. Örneğin Che’nin heykeli
Güney Amerika yönüne bakıyor ve bu da Che’nin bağımsız, birleşik tek Güney
Amerika hayalini simgeliyormuş. Diğer bir ilginç detay ise heykelde tasvir
edilen boyun askısı. Heykeltraş Jose Delarra, Che’yi Santa Clara’yı ele
geçirdiği günkü haliyle betimlemiş. Birkaç gün önceki bir çatışmada düşüp
kolunu kıran Che’nin Santa Clara’ya girdiğinde kolu alçıdaymış. Heykelde ise Che
kırık olan kolu alçıda ama kol askısı boynunda serbest olarak tasvir edilmiş.
Che’nin kişiliğinin önemli bir özelliğini, kendisine karşı bile isyankar
olmasını simgeliyormuş.
|
Che Guevera Anıtı ve Mozolesi |
|
Altında Che'nin ve yoldaşlarının mezarları bulunan platform |
|
Che'nin hayatından alıntıların tasvir edildiği duvar |
|
Alçıdaki kolu, boynundaki serbest kol askısıyla Commandante Hasta La Victoria Siempre; Zafere kadar Daima! |
|
Ön tarafında Che'nin Fidel'e yazdığı veda mektubu bulunan duvar "Hasta la Victoria Siempre, Ya Vatan ya Ölüm. Seni tüm devrimci ateşimle kucaklıyorum..." diye biten mektup |
|
Che'ye son bakış da böyleydi... |
|
Platform'dan bakınca, diğer taraftaki geniş alan böyle görünüyor |
|
"Queremos que sean como el Che, Fidel" Che gibi olmak istiyoruz, Fidel |
Platformun altında ise Che ve Bolivya’da onunla birlikte
öldürülen 38 yoldaşının mezarları var. Bir de Che özel eşyalarının ve
yaşamından bazı detaylara ilişkin belge ve fotoğrafların sergilendiği bir müze...
Mezarların bulunduğu bölüme fotoğraf makinesi veya kamera
sokmak kesinlikle yasak. Keza içeriye bel çantası boyutunda bile olsa çantayla
girmek de yasak. Ve içeride sesli konuşmak da yasak. Ve tüm bu yasaklar konusunda görevliler oldukça sıkılar.
Che ve 38 yoldaşının mezarları çok da büyük olmayan loş bir
odanın duvarlarına yerleştirilmiş. Odanın bir köşesinde sürekli yanan bir meşale var. Her bir mezar kare şeklinde ve üzerinde mezar
sahibinin portresi kabartma şeklinde yer alıyor. İtiraf etmeliyim Che’nin ki daha güzel
olabilirdi. Commandante’nin mezarını diğerlerinden ayıran tek şey ise,
üzerine düşen yıldız şeklindeki ışık huzmesi.
Sırayla mezarlara bakıyorum. Che dışında bana tanıdık gelen tek isim Alman Tanja oluyor; gerçek ismiyle Tamara Bunke. Bolivya’da Che ile birlikte
savaşıp öldürülen tek kadın gerilla. Yukarıda da dediğim gibi Che’nin kabartma
portresini pek beğenmiyorum ama yine de önünde harcadığım zaman diğerlerinden
daha uzun oluyor. Odadan çıkarken arkamı dönüp son bir kez daha bakıyorum içeriye;
gruptan “eski toprak” Ağabey’i görüyorum, Che’nin önünde dimdik durmuş bir
asker selamı çakıyor...
Mezarların bulunduğu odadan çıkıp Che’nin kişisel
eşyalarının sergilendiği diğer bölüme geçiyoruz. İçeride Che’nin kullandığı
kıyafetler, piposu, tabancası, kol saati gibi kişisel eşyaları var. Ayrıca Doğum
Belgesi, Hekimlik Diploması, Pasaport gibi belgeleri, yazdığı mektuplar ve yaşamının
farklı dönemlerinden fotoğrafları da sergileniyor.
Fakat maalesef müzede ele geçirildiğinde yanında olan
çantası ve içindekiler yok. Oysa olsaydı Biz Türklerin en büyük hayallerinden
birinin gerçek olup olmadığını görebilecektik; Çantasından Nutuk çıkmış mı
çıkmamış mı? Bağışlayın bu “geyiğe” her zaman çok gülmüşümdür. Ayrıca ister inanın
ister inanmayın bunun bir de Risale-i Nur’lu versiyonu var.
Bir diğer şehir efsanesi de Fidel’in Havana’da görevli bir
Türk Diplomattan Nutuk isteme öyküsüdür. Efsaneye göre Fidel bu isteğini
yaparken bir de ricası oluyor; ”Aman Amerikalılar duymasın”. Buna da çok
gülmüşümdür. Düşünsenize Fidel Castro gibi hayatı boyunca Amerikalılara karşı
savaşmış, direnmiş bir adam karşısındaki gencecik Türk diplomata
“Aman Amerikalılar duymasın...” diyecek... Radikal yazarı Pınar Öğünç bu konuda
güzel bir makale yazmış. Aşağıdaki sözleri yeterince açıklayıcı;
“Che’nin Bolivya yılları üzerine yedi cilt yazan Bolivyalı
gazeteci-tarihçi Carlos Soria Galvarro’dan, çantadaki kitapların tam listesini
aktarıyor:
Marx’ın ‘Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ kitabı, S. R.
Vigosky’den ‘Güncel Kapitalizm Teorileri Üzerine Makaleler’, Paul Carrell’den
‘Geliyorlar’, H. B. Philips’ten ‘Analitik Geometri’ ve de Luis Peñaloza’nın
yazdığı ‘Bolivya Ekonomi Tarihi’…
Çok geniş bir yelpazede okuyan Che’nin Bolivya’daki
kitaplığına dair bir de beş sayfalık liste var. Belki gerillaların çantalarına
dağıttığı kitapların listesi bu, belki de yakında okumak istediklerinin… Bu
listede Mustafa Kemal yok ama, Nâzım Hikmet’in bir kitabı var; ‘Yaşamak Güzel
Şey Be Kardeşim’…”
(Merak ediyorsanız eğer Pınar Öğünç'ün makalesini bu link'te bulabilirsiniz)
Mozoleyi görmeden önce kafamda soru işaretleri vardı. Hatta
Sinan’a da sormuştum; “Gerçekten bu mozoledeki kemiklerin Che’ye ait olduğuna
inanıyor musun?” diye. Sinan içerisinde Bolivyalı emekli general, DNA testi,
Kübalı araştırmacılar geçen birkaç cümle sarf ettikten sonra inandığını
söylemişti. Mozoleyi gördükten sonra çok etkilendim ve inandım demeyeceğim tabii ki ama bu yazıyı
yazarken bu konuda o kadar çok şey okudum ki artık inanıyorum...
Ayrıca Che’yi öldürüp, cesedini kimsenin bilmediği bir yere
saklayarak mezarının kutsal bir mabede dönüşmesine engel olmaya çalışan
Amerikalılar çok uzun süre önce bunu beceremediklerini anlamışlardır sanırım. Tüm
dünyada Che’nin portresi ve mottosu “Hasta la Victoria Siempre” den daha
popüler bir tişört deseni var mıdır?
Commandante’ye onlarca fotoğrafını çektikten sonra son bir
kez daha bakıp otobüse biniyorum. Trinidad’a doğru yola çıkıyoruz...
Sürecek