Her şeyden önce şunu belirtmeliyim; Okumakta olduğunuz, herhangi bir
konuda “en iyi” olan blogların listelendiği bir yazı değildir. Zaten buna karar
verecek olan kişi de ben değilim. Benim yaptığım sadece takip ettiğim seyahat bloglarından bir
derleme.
Her bir blog için bir şeyler karaladım. Yazarları, içerikleri,
bloglar hakkında düşündüklerim, favori yazılarım, hatta ufak tefek eleştirilerim
gibi.
Ayrıca bu listede herhangi bir sıralama da yok. Bilgisayarımda
bir Word dosyası açtım ve o anda aklıma gelen blogların isimlerini yazdım. İlk aklıma
gelen, doğal olarak en son ziyaret etiğim Rotasız Seyyah oldu ve yazmaya da onunla
başladım.
Gezimanya veya Uzakrota gibi sayfasını pek çok gezginin
yazılarına açan siteleri ise listenin dışında tuttum. Kişisel Blogger’lara
odaklandım yani.
Takip ettiğim 15 kadar blog varmış, işte ilk yedisi:
Sonrası bir dahaki bölüme.
Rotasız Seyyah
Rüzgar nereye götürürse...
Klasik öyküyü bilirsiniz;
Çok çok eski zamanlarda bir kabile varmış.
Kabiledeki herkes sabah erkenden avlanmaya çıkar, tüm gün
avlanırlar gece de geç vakit dönerlermiş.
Fakat içlerinden biri tanesi diğerleriyle avlanmaya gitmez gün boyu ormanlarda aylak
aylak gezer dururmuş. Akşam olup da diğerleri kabileye yorgun argın
döndüklerinde, ateşin etrafında toplanırlar bizim aylak da diğerlerine uzun
uzun gündüz gördüklerini anlatırmış.
Bir gün içlerinden biri “Biz gün boyu çalışırken bu adam
neden aylak aylak dolaşıyor, bizimle ava gelsin” deyivermiş. Ertesi sabah
bizimkini de ava götürmüşler.
Akşam yorgun argın döndüklerinde tüm günü avda geçiren
bizimkinin anlatacak farklı hiçbir şeyi yokmuş. O gece tüm kabile ateşin
başında öylece sessizce oturmuşlar.
Bir süre günler bu şekilde geçmiş. Derken bir boşluk
hissetmiş bütün kabile. Eskiden hiç olmazsa akşamları biri güzel bir şeyler
anlatırdı, keyifle dinlerdik demişler.
Düşünmüşler, taşınmışlar ve bizim “aylak” ı ertesi sabah
uyandırmadan ava gitmişler.
Yukarıdaki bu ilk sanatçının öyküsünü tabii ki MFÖ’nün muhteşem şarkısını anımsatmak için anlatmadım.
Rotasız Seyyah Mehmet Genç’i ilk takip etmeye başladığımda
sıradan insanlardan gelen küçük yardımlarla seyahat etmesi fikri bana
alışılmadık gelmişti. Yadırgamıştım. Fakat zamanla sayfasının müptelası olunca
aklıma işte yukarıda paylaştığım öykü geldi... Gerçi şimdilerde sitesi çok
popüler oldu, sponsorları var ve kişisel bağışları kabul etmiyor ama bir süre
serüvenine kişisel bağışlarla devam etmişti.
Mehmet Genç IT sektöründe 6 yıl çalıştıktan sonra gemileri
yakıp yola düşmüş, uzunca bir süre de yollarda olacak gibi görünüyor.
Mehmet'in sitesi Rotasız Seyyah yanılmıyorsam içerik açısından benim listemdeki en zengin site. ABD, Meksika, Peru, Bolivya, Kamboçya,
Tayland, Honduras, El Salvador, Kosta Rika, Guatemala ve bir sürü
başka ülkeden uzun ve oldukça ayrıntılı gezi yazıları mevcut. Bol fotoğraf ve
çok sayıda video da var. Sözgelimi ben Peru’da yiyemediğim Cuy’u afiyetle
yediği videoyu, Meksika’daki meşhur Cape of Swallows mağarasına inişini veya
Çin Macau’daki Macau Kulesinden yaptığı bungee jumping videolarını ilgiyle
izledim. Sitesinde daha onlarcası var...
Bu arada izninizle Ben Rotasız Seyyah’ı diğer seyahat bloglarından
farklı bir yere koymak istiyorum. Hatta bence Mehmet’inki seyahat bloğu falan değil.
Neden mi? Bence bir seyahat sitesinin iki işlevi olmalı. Ya
gitmeye karar verdiğiniz bir şehir veya ülke konusunda size bilgi sağlamalı, ya
da bir yerlere gitmek konusunda size ilham vermeli. Rotasız Seyyah tabii ki bu iki şıkka da uyuyor ama lütfen bana söyler misiniz kaçımız Panama’da “google’da
bile zor bulunacak” bir yerde Embera isimli yerli kabilesiyle birlikte, bırakın
interneti, elektriksiz hatta doğru düzgün bir yatak ve tuvalet olmayan
koşullarda 10 gün geçiririz ki?. Lütfen bu soruyu yanıtlarken dürüst olun...
Bence Mehmet bir gezginden çok bir amaç uğruna karşılaştığı
her türlü zor koşul karşısında bile yoluna devam eden bir adam. Atlas
Okyanusunu ufacık teknesiyle kürek çekerek geçen Erden Eruç veya biskletle
dünya turu yapan Gürkan Genç gibi... Onun amacı da, sanırım dünyada adım
atmadık, gerçek anlamda adım atmadık yer bırakmamak.
Ve bizler de Mehmet’i evimizde oturup National Geographic Channel
izler gibi izliyoruz.
Sitedeki yazılar kıvamında; bol fotoğraflı, uzun ve
ayrıntılı, yazı dili de hiç fena değil. Zaman zaman takipçilerden gelen taleplere
de yanıt veriyor Mehmet. Herşeyi Bırakıp Adada Yaşamak başlıklı yazıda hikayesi
anlatılan Reiner’le yaptığı röportaj gibi...
Popüler olan sitelerin başına gelen kaçınılmaz durum umarım
Mehmet için geçerli değildir. Sosyal Medya hesaplarında çok popüler olan Rotasız
Seyyah’ın takipçileri dilerim buralardaki fotoğraf altı kısa bilgilerle yetinmeyip
siteye de giriyorlardır.
Son bir ekleme; Amerika Turist Vizesi Nasıl Alınır başlıklı
yazısı bu konuda benim şimdiye değin gördüğüm en kapsamlı en ayrıntılı yazı.
Ve söylemeden edemeyeceği bence Rotasız Seyyah’ın bir site içi
arama motoruna ihtiyacı var.
Neden seviyorum: Tanıdığım kimsenin gitmediği, büyük ihtimal
gitmeyeceği veya gidemeyeceği yerlerde dolaşıyor...
Gezgin Martı
Çok okur. Çok gezer. Çok yazar.
Gezgin Martı, Özlem Güzelharcan ile yazdığım bir yazıya
yaptığı yorum vesilesiyle tanışmıştım. Gezginlere İlham Veren Filmler başlıklı
yazıma yaptığı yorumda birkaç filmi listelemişti. Hatta bir tanesinin, Fatih
Akın’ın Im Juli’sinin yanına koyduğu parantezin içinde hafiften fırçasını da
atmıştı; Nasıl Atlarsın?! diyerek...
İşte o gün keşfettiğim Özlem'in bloğu Gezgin Martı severek izlediğim
bloglardandır.
Özlem; kendi deyimiyle Seyahat ve Edebiyat tutkusunu mizahla
harmanlayan bir blogger.
Gezgin Martı’da ağırlıklı olarak Avrupa şehirleri var. Avrupa
dışında, atladıysam bağışlasın, Mısır ve Tayland hakkında yazmış. Bir de henüz
gitmediği diyarlar hakkında yazdığı bir yazısı var ki ben çok sevdim; Buenos
Aires için yazdığı “Borges'in İzinde Buenos Aires: Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti” başlıklı yazısı gerçekten çok keyifli, "Keşke Buenos Aires’e gitmeden
önce karşıma çıksaydı" dedim okuduğumda....
Eğer klasik anlamda bir seyahat bloğu arıyorsanız Gezgin
Martı’ya hiç bakmayın derim. Hani klişelerle dolu siteler var ya; fiyat
tarifeleri ile yüklü, kalınan hostelden uzun uzun söz edilen ve maalesef çoğu
zaman ziyaret edilen ülkelerin, şehirlerin ruhuna dair neredeyse tek cümle içermeyen... Özlem’inkiler bir rehber değil belki ama bence bir seyahat bloğunun yapması
gereken önemli şeyi yapıyor ve insanın içinde anlatılan
diyarlara gitme isteği uyandırıyor.
Sitesinde belirttiği gibi “Çok gezen, çok okuyan ve çok
yazan” Özlem’in yazıları da doğal olarak edebiyatla, sinemayla veya popüler
kültürün önemli köşe taşlarıyla dolu.
Sözgelimi İskoç yazar Sarah Sheridan’dan alıntı yaptığı bir fotoğraftan birkaç
satır sonra şöyle bir cümle kuruvermiş;
“Ben, zihnimde Lost'un Desmond'ından replikler (See ya in
anotha life, brotha!), James McAvoy'ın müthiş eğlenceli aksanından tınılar ve
elbette ki Braveheart'tan sahnelerle bindim Londra'dan Edinburgh'a giden
otobüse...”
Demem odur ki Lost’u, Breveheart’ı veya İskoçyalı Aktör
James McAvoy’un herhangi bir filmini (burada benim tavsiyem Filth –Pislik-
olurdu) izlemediyseniz bu cümle size hiç bir şey ifade etmez ama izlediyseniz
yazıdan aldığınız keyif katlanır.
Sık sık da edebiyatçılardan alıntıları paylaşıyor. Fakat
çoğunlukla bu alıntıları orijinal hallerinde İngilizce yazıp bırakıyor. Bir de
çevirisini yazsa daha iyi olmaz mıydı demeden edemiyorsunuz. Tamam, birincisi kişisel blog’dur istediğini yapar. İkincisi de paylaştığı o alıntıların çoğu
esprili birtakım cümleler ve çevirileri büyük olasılıkla orijinalleri kadar da komik
olmayacak ama yine de çevirmek lazım sanki...
Bir de naçizane tavsiyem bloğundaki şablonu değiştirmesi
olurdu. Sanki “Martı nerelere uçmuş” veya “en çok bunları sevdik!” bölümleri
çok daha kolay okunurdu...
Yazı dili harika, eğlenceli, içine bolca sanat ve edebiyat eklenmiş seyahat bloglarını seviyorsanız benim gibi yapın ve Avrupa’ya gitmek fikri
aklınızda yoksa bile Özlem’i takip edin derim.
Neden seviyorum: Çünkü Seyahat ve Edebiyatı seviyorum.
http://gezginmarti.blogspot.com.tr
Ayfer Onur
Seyahatnamesi:
Kusura bakmayın ama ben motosikletli seyyahları okumayı pek
sevmiyorum. Tabii ki “Rüzgarın İzinde” Serkan
Söğüt’ü Japonya’ya kadar facebook sayfasından takip ettim. Fakat aynı aileden “Tatlı
Gezgin” Gülçin’in Güney Amerika gezisini daha bir heyecanla takip ettim.
Motosikletli gezginlerin, o çok sevdikleri motorları üzerindeyken sırf yolda olmak uğruna şehirlerde daha az zaman
geçirdiklerini düşünüyorum. Oysa ben şehirleri, binaları, bulvarları sokakları
daha çok seviyorum. Kim bilir belki de bir motorum olmadığı için
kıskanıyorumdur, neyse bu benim kişisel düşüncem. Blog da benim olduğuna göre ifade etmemde bir sakınca yok...
Bir de ben gezgin olarak ABD’den de pek hazzetmem açıkçası.
New York’u görme hayalim vardır ama onun dışında ABD hiç aklıma düşmedi, ki çok
daha uzak yerlere bile gittim.
Ama motorla gezen ve ABD’de yaşayan Ayfer ve Onur’un
“seyahatname”leri benim severek okuduğum ciddi bir istisnadır.
Ayfer ve Onur 2001 yılından beri Amerika Birleşik
Devletlerinde yaşayan bir çift. Onur telekom sektöründe çalışan bir mühendis Ayfer ise istatistikçi.Facebook sayesinde biraz tanışıklığımız da var;
güzel insanlar.
Ayfer onur seyahatnamesi en başta yazdıklarımla
çelişen bir şekilde çiftin ABD içerisinde yaptıkları kısa motor gezilerine ilişkin paylaşımlarıyla ilgimi çekti. Sitelerinde “Motosiklet
Gezilerimiz” başlıklı bölümde paylaştıkları bu yazılar oldukça
ayrıntılı; Bol fotoğraf hatta günlük rotalarını gösteren haritalar bile var.
Bu bölümde benim sevdiğim Elvis’in evi Graceland ve
şimdilerde Ulusal İnsan Hakları Müzesine dönüştürülmüş Martin Luther King’in
suikasta kurban gittiği Lorraine Hotel’e de gittikleri 2014 yılındaki Memphis gezileri oldu.
Bir de Gezi Rehberi şeklinde uzun uzun yazdıkları yazdıkları
Amerikan şehirleri var sitelerinde; New York City Gezi Rehberi ve New Orleans
Gezi Rehberlerini ilgiyle okudum. New York’un mutlaka göreceklerim listesinde
olmasından, New Orleans da blues ve jazz
sevdiğimden sanırım...
Ayfer ve Onur’un sitesi seyyahlar için ABD ve hatta Kanada
hakkında bilgi alabilecek açık ara en zengin site bence.
Ama bununla da kalmıyor tabii ki. Ayfer ve Onur Asya, Güney
Amerika ve Karayiplerde de bir hayli gezmişler. Sitelerinde Çin, Güney Kore,
Peru, Bolivya, Kolombiya, Haiti, Jamaika gibi nadir gezilen ülkelerden de
yazılar var. Burada da favorim Çin’de yaptıkları tren yolculuklarını
anlattıkları Çin’de Tren Yolculuğu Maceramız ve muhtemelen görmeyi çok
istediğim yerlerden biri olduğundan Cartagena Gezi Rehberi oldu.
Bir de Porto Riko’da San Juan’da bir restoranda yaşadıkları
bir olay var ki bence bir filmde görseniz “yok artık daha neler dersiniz”. Anlatacaktım ama vazgeçtim, daha iyisini yapıp yazının linkini vereyim. Lütfen tıklayın ...
Siteyle ilgili ufacık bir eleştirim olacak; sanki yazılar
biraz daha eğlenceli olabilir gibi. Şu haliyle her türlü bilgiyi içeren,
sistematik ve “titiz” bir mühendis ve istatistikçi çiftin elinden çıkma olduğu hemen anlaşılıyor ama
nasıl desem eğlence de lazım.
Neden seviyorum: Bilmiyorum, belki de bilinçaltımda gizlediğim
motor sevgimdendir. Ama ABD’de gidecek olsam bu sitenin yarısını hatmederdim.
http://ayferonurseyahatnamesi.com
Gezekalın
Önemli olan varmak değil yollarda olmaktır...
Ümit Ağabey’i -Dr Umit Kuru- şahsen tanırım. Yıllar önce bir
seyahatte tanışmış, dost olmuş sonrasında da birlikte 3 seyahate daha çıkmıştık.
Ümit Ağabey her fırsatta gezmeye çalışan sıkı bir gezgindir.
Gideceği destinasyona aylar öncesinden karar verir. Facebook’da şahsen
tanıdığı, bildiği ve güvendiği gezginlerden o destinasyona özgü grubu kurar. Sonra uzun uzun çalışır, Türkiye’den veya gidilecek destinasyondan acentelerle bağlantıya geçer, ne
istediğini belirtir ve program ister. Gelen programın üzerinden defalarca en ince ayrıntısına
kadar geçer, eklemeler yapar, turistik olan bölümleri ise çıkartır atar. Tüm hazırlıklar bitip yola çıkma vakti geldiğinde de bir tur lideri gibi
grubunun başında yerini alır.
Yola çıkınca da durmaz, seyahatin her adımında Tur
Liderliğini sürdürür. Yola çıkmadan planladığı her şeyi mutlaka yapar, hatta seyahat esnasında programa extra turlar bile ekler. Vietnam'da programda olmayan harika tapınak Jade Emperor Pagoda'yı görebilmek için elindeki Lonely Planet ile, gitmek konusunda çok da istekli görünmeyen yerel rehbere karşı verdiği savaşı hatırlarım...
Seyahat bitip de geri döndüğünde ise yine aynı titizlikle
oturup sitesinde seyahat izlenimlerini yazmaya başlar.
Ümit Ağabey’in sitesi Gezekalın, fazla reklam yapmadığından
olsa gerek pek popüler değil. Ama bence değme seyahat sitelerinden içerik
olarak çok daha zengin. Sitede; Etiyopya, Bhutan, Çin, Moğolistan, Meksika,
Guatemala, Ekvator, Kolombiya, Venezuela
gibi çok kolay ziyaret edilmeyen ülkelerden yazılar var. Özellikle Patagonya
yazıları gerçekten zengin, iyi biliyorum çünkü birlikte gitmiştik.
Ümit Ağabey sitesinde seyahatlerini kronolojik olarak gün ve
gün, hiçbir detayı atlamadan anlatmış. Ve yazılar yer yer eğlenceli, bol bilgi
dolu. Fotoğraflar gerçekten güzel. Fotoğrafçılığa merakı hobi düzeyinin oldukça
üzerinde olan Ümit Ağabey Canon kullanır ve erinmez yanında 3-4 objektif taşır.
Etrafımdaki hemen herkesin çok ağır diye DSRL’lerden vazgeçip "aynasız" peşinde koştuğu bu günlerde
cidden saygı duyulması gereken bir özellik bence...
Gezekalın ile ilgili tek sorun sitenin çok işlevsel
olmaması. Büyük olasılık iyi bir Pediatrist olup tüm boş günlerinde gezen Ümit
Ağabey, geriye kalan azıcık zamanında da blog yazdığından sitenin kendisine pek zaman ayıramamış. Tasarım olarak site güzel olsa da yazılara
ulaşmak çok pratik değil. Kişisel fikrim bu kadar içeriğe sahip site, “reklamsever”
bloggerlardan birinde olsa, basit birkaç değişiklikle bile çok daha popüler
olurdu.
Neden seviyorum: Angel Şelalesi var, dünyanın sonundaki
şehir Ushuaia var, Moğolistan’da Nadaam Festivali var, Sicilya var, Masai Mara var, var da var.
Üstelik de fotoğraflar çok güzel...
Seyahat Günlükleri
Bloğuyla ilgili, en azından görünürde, herhangi bir ekonomik
beklentisi olmayan, büyük ihtimal sadece kendisi için seyahat eden ve yazan
renkli insanları takip etmeyi seviyorum.
Silan da bunlardan biri,
çok da güzel yazıyor.
Silan Küçükokur Bartel Türkiye doğumlu, Almanya’da yaşayan
“seyahat takıntılı" bir anne.
Sitesi içerik açısından hiç de fena değil. ABD, Tayland,
Laos, Kamboçya, Hindistan’dan yazılar var.
Bloğunu takip ettiğim süre içinde anne olan Silan seyahat
etmeye ve yazmaya da devam etti. Son seyahatinde kızı Maya ile birlikteydiler.
Hasta profili genellikle tatil için Antalya’ya gelen turistler olan
bir hekim olarak 1 yaşın altındaki çocuklarıyla tatile gelenlere hep şaşırmış,
hatta içten içe de hafif kızmışımdır. İlk 6 ayının içindeki bir
çocuğu muayene ederken “Bir şey atlamıyorum değil mi?” stresini ancak bir
hekim anlar...
Silan ise 6 aylık Maya ile Amerika Birleşik Devletlerinde
sırt çantalı, kamplı, çadırlı tatil yapmış. Vallahi bravo.
Son zamanlarda sitesine konuk yazarlar da kabul eden
Silan’ın, Funda Çeliker Esser tarafından yazılmış, diğer seyahat sitelerinde pek
sık rastlanmayacak Umman yazıları da var, aklınızda bulunsun.
Site hakkında aklıma gelen tek eleştiri de şu; yazı
karakteri çok küçük, zor okunuyor.
Neden Seviyorum: Tarzını seviyorum.
www.seyahatgunlukleri.com
Löplöpçüler
Löplöpçüler'i uzun zamandır takip ediyorum ama site hakkında yazmaya ne kadar
hakkım var bilmiyorum. Birincisi her ne kadar fiziksel görünüm itibarıyla boğazına
düşkün bir adam izlenimi versem de gurmeliğim hiç yoktur. İkincisi de
Löplöpçüler’den Semih’le iki önemli ortak paydamız var; İzmir ve BAL (Bornova Anadolu Lisesi). Yani ne
yeme içmeden anlarım ne de tarafsız olabilirim. Ama yine de yazacağım.
Löplöpçüler Semih ağzının tadını ve gezmeyi çok iyi bilen bir
mühendis. Eşi Özenç’le birlikte ikişer yıllık Kazakistan ve Malezya
maceralarının ardından şimdilerde Namibya’da yaşıyorlar; 2 çocuklarıyla
birlikte...
O kadar çok yeri gezmiş ve o kadar çok yerde yiyip içmişler ki birlikte yazdıkları sitelerine girdiğinizde yukarıdan aşağıya tek sıra halinde
sıralanmış “etiketler” bölümü git git bitmiyor. Listede nereler yok ki? ABD, Çin,
Malezya, Özbekistan, Tanzanya, Suriye, Vietnam, Kamboçya, Hindistan ve daha
birçok ülkeden “leziz” yazılar var. Yıllardır Antalya’da yaşayan benim bile bir sürü şey öğrendiğim Antalya yazıları gibi yurt içi yazılarını saymıyorum bile.
Yazılar ağırlıklı yeme içme üzerine. Okurken insanın
iştahını kabartacak kadar bol fotoğraflı. Semih çoğu zaman gittiği mekanların mutfaklarına gidiyor, aşçılarla tanışıp onlardan tüyolar alıyor ve bunları da
yazılarında paylaşıyor.
Şu ana kadar ben bir türlü tutturamadım ama muhtemelen
sitenin müdavimleri yola çıkmadan gidecekleri destinasyonda neyi nerede
yiyeceklerine Semih ve Özenç’in bloğuna bakıp da karar veriyorlardır.
Bir türlü tutturamadım dediysem gitmeden öncesinden söz
ediyorum. Yoksa bir keresinde Karadağ’da deneyip de sevdiğim Siyah Rizotto’dan,
Bosna-Hırvatistan-Karadağ yazılarında sitede “lezzeti inanılmazdı”
diye söz edildiğini okuyunca “doğru seçim yapmışım” diyerek kendimle gurur duymuşluğum
vardır...
Her iki oğulları Tuna ve Ege de Amerika Birleşik
Devletlerinde doğan Özenç ve Semih bir de bu konuda fikir almak isteyenler için
oldukça ayrıntılı 2 bölümlük bir yazı yazmış; Ege ve Tuna için birer bölüm
olmak üzere “Amerika’da Bebek” başlıklı bu yazılarda bebeklerini ABD’de
dünyaya getirmek isteyen çiftler için aklınıza gelecek, gelmeyecek her türlü
bilgi mevcut.
Löplöpçüler hakkında söylemek istediğim son şey şu; Semih
Hocam bu sitenin dizaynı çok kötü! Bu denli dolu bu kadar zengin bir siteye hiç
yakışmıyor. Ne olur bu siteyi bir elden geçir... Hatta bunu Semih’e haykırmak
istiyorum!
Şu aralar Namibya’da yaşayan Semih ve Özenç umarım zaman
bulabilir de siteyi bir elden geçirirler.
Neden seviyorum: Sadece fotoğraflara bakması bile çok
lezzetli.
Çelebi Alper
Seyahat Özgürlüktür
Alper için Ekşi Sözlük’te şöyle yazmış biri;
“takip edilmesi gereken bir bloga sahip kişi. en azından klişe seyahat bloglarından sıkılanlar için... ki sahi bıkmadınız mı eyfelden falan? lütfen bakınız özellikle kuzey kore'ye” (Not: İmla hataları Ekşi Sözlük yazarına aittir!)
Doğru. Eğer Eiffel’den falan sıkıldıysanız Alper’in bloğu tam size göre.
Alper Metin, Kocaeli Üniversitesinde Öğretim Görevlisi, bulduğu her fırsatta kendi deyimiyle “tek başına, tursuz, rezervasyonsuz, ucuz, özgürce seyahat eden” entelektüel bir gezgin.
Şimdilik 45 ülkeyi gezmiş ama onları bile herkes gibi gezmemiş; sözgelimi Arjantin’de gezginlerin rotalarında nadiren yer alan Che’nin doğum yeri Rosario’ya gitmiş. Küba’da geçirdiği 1 ayın çoğunu ise Havana’da değil Santiago de Cuba’da geçirmiş. Hatta Küba’da denize bile girmemiş. Bu arada, Varadero’da denize girmiş biri olarak bu konudaki naçizane fikrim hata yaptığıdır, belirtmeliyim...
Sitedeki yazılar sade, kısa, kolay anlaşılır ve bol fotoğraflı. Küçük bir tavsiye; bu site daha iyi bir fotoğraf makinesini hak ediyor. Bir de, siteye bir web tasarımcısı el atsa görsel olarak çok daha “havalı” olur belki. Neyse ki içerik sağlam, görsellik arka planda kalıyor.
Alper’inki seyahat rehberi olmak adına insanı otobüs, tren tarifelerine boğan ve her iki cümlede bir fiyat listesi sunan sitelerdense ilginç kişisel deneyimlerini ülkenin gündelik yaşamına dair “kararında” bilgilerle paylaştığı bir site.
Ve sitenin en büyük avantajlarından biri Alper’in Kuzey Kore, Moğolistan, Svaziland veya Botsvana gibi seyahat bloglarında nadir rastlanan ülkeleri de gezmiş olması. Henüz Botsvana’yı yazmamış ama dünyanın en soğuk kenti Yakutsk yazıları (Sibirya Gezi Notları) bu açığı fazlasıyla kapatıyor bence...
Ve kişisel olarak benim bu sitede en çok sevdiğim bölüm sinema yazıları. Ben de bloğunda naçizane sinema yazıları yazan biri olarak Alper’in sinema zevkini beğeniyorum ve filmler hakkında yazdıklarını da keyifle okuyorum, her ne kadar neredeyse bir yıldır bu konuda yazmadıysa da...
Neden seviyorum: Alper entelektüel, sosyalist, her daim muhalif ve dahi semtindeki
iki esnaf lokantası da eşit kazanabilsinler diye ikisi arasındaki tercihini
sırayla kullanacak kadar da naif bir fani. Güzel de yazıyor...