Afrika Günlüğü 6


Namibya Botsvana ve Zimbabve Seyahat Notları




Namibya’nın en yüksek dağı Brandberg yakınlarında, ismini Google’da bile zor bulabileceğiniz Uis kasabasında, 6 sevimli köpeği olan beyaz bir çiftin işlettiği White Lady B§B Camping Hotel’de güne başlıyoruz.

Etrafta bir benzin istasyonu, bir market ve bir de turist tuvaleti dışında herhangi bir şey görmediğiniz kasabada, hiç de fena sayılmayacak şartlarda birden fazla otel bulunması insana önce tuhaf geliyor. Fakat bir önceki gün ziyaret ettiğimiz Brandberg ve civarındaki kaya resimlerine en yakın yerleşimin burası olduğunu düşününce hem otelleri hem de Turist tuvaletini anlayabiliyorsunuz.

Ev sahiplerimizin sevimli köpekleriyle birazcık oynadıktan sonra yola çıkıyoruz.

Artık Afrika’nın içlerinde olduğumuza göre, yazının tam da burasında, bir parça bu toprakların gerçek sahiplerinden söz etmeli. Daha önce birkaç kez isimlerini andığım Bushmen’lerden başlayayım. “Bushmen” buralara yolunuz düşerse çok sık duyacağınız, Beyazların siyah Afrikalıları tanımlamak için kullandığı bir sözcük.

Beyazların verdiği isimle Bushmen’ler yani San Halkı Kalahari Çölünün 3 ülkeye yayılmış topraklarında yaşıyorlar; Güney Afrika, Botsvana ve Namibya. İlk duyduğumda buradaki “bush” sözcüğünün İngilizce karşılığı olan “çalılık” sözcüğünden türetilmiş masum bir isim olduğunu düşünmüştüm ama Beyaz Adam Afrika’da ne zaman masum oldu ki? Bushmen sözcüğü Flamanca “Bossiesman” sözcüğünden geliyormuş ki anlamı da kanunsuz veya haydut demek. Hollandalılar bu sözcüğü ilk kez 200 yıl kadar önce kullanmışlar.

Beyaz Adam haydut demiş ama San Halkının yeryüzündeki en eski halklardan biri olduğu ve kültürlerinin, her ne kadar bir Rembrant veya Van Gogh’ları olmasa da 100 Bin yıldır var olduğu düşünülüyor.

Bushmen’ler ya da doğru isimlendirmek gerekirse San Halkı hakkında fikir sahibi olabileceğiniz harika bir film var; Tanrılar Çıldırmış Olmalı (Gods must be Crazy, 1980). Güney Afrika yapımı zamanında tüm dünyada bir hayli popüler olmuş bu film Botsvana’da çekilmiş. Kalahari Çölünde, dış dünya hakkında hiçbir fikri olmaksızın yaşarken, uçağın birinden atılan Coca Cola şişesiyle karşılaşan Bushmen’lerin “cidden” çok komik öyküsü. İzlemediyseniz mutlaka izleyin derim.

Margarita, White Lady B§B Camping Hotel sahiplerinin
köpeklerinden bir kısmıyla oynarken

Uis sokaklarından

Uis'in Turist Tuvaleti

Market

Uris’den Kamanjab’a doğru yol almaya başladığımız o gün artık belgesel tadında vahşi hayat fotoğrafları çekme hayallerime çok yaklaştığım gün oluyor. Rehberimiz Pendi bir süre hararetli telefon konuşmaları yapıyor, sonra bizim rehber Uraz ile fısıldaşıyorlar ve ardından açıklama geliyor. Bölgede bir fil sürüsü varmış... Kamanjab’a vardığımızda filleri görebilmek için bir safari planlıyoruz. Buralarda, daha çok da ertesi gün gideceğimiz Etosha Ulusal Parkında Rehberler arası bir iletişim sistemi var. “Alo, burada Aslanlar var”, “Leopar gören var mı?” şeklinde bir telefon trafiği...

Fil safarisi fikri beni heyecanlandırıyor ama önce bir Euphorbia’yı yakından görmeliyiz.

Euphorbia (Sütleğen) buralarda sıkça bulunan zehirli bir bitki. Kaktüse benzeyen bu bitkinin dallarından birini bıçakla çizdiğinizde süt kıvamında beyaz bir salgı açığa çıkıyor. İşte avcı Bushmen’lerin mızrak ve oklarının ucuna sürdükleri bu salgı oldukça tehlikeli bir zehir. Normal deriyle temas ettiğinde bile ciddi kızarıklığa neden olabilen bu zehir gözünüze sıçrayacak olursa sizi kör edebilir. Hatta bitkinin dallarından birini çizdiğiniz, zehirle temas etmiş bıçak ile kesilmiş herhangi bir şeyi yiyecek olursanız ölebilirsiniz. Fakat her nasılsa zehir ölümüne neden olduğu hayvanların etlerinden yiyenleri etkilemiyor. Ve ilginç bir şekilde Gergedan ve Oryx –Afrika Antilobu- Euphorbia ile besleniyorlar; bu bitkinin zehrine karşı bağışıklar...

Çölün ortasında bir süre Euphorbia’yı ve –dikkatli bir şekilde- salgısını inceledikten sonra yola devam ediyoruz.

Ardından bir Herero köyünde mola veriyoruz. Bu hiçbir yerin ortasındaki köyün ismi Sorris-Sorris. Ki bunu çektiğim fotoğraflardan birinde kadraja girmiş yol tabelası sayesinde sonradan öğreniyorum. Almanların 1900’lerin başında, nüfuslarının yüzde 80’inini katlettiği Herero Halkını daha doğrusu kadınlarını, kıyafetlerinden hemen tanıyorsunuz. Kadınlar hala geçmişteki sömürgeci “efendileri” gibi giyiniyorlar.  Victoria döneminden kalma geniş uzun etekli elbiseler giyen Herero Kadınlarını mola verdiğimiz köydeki hediyelik eşya tezgahlarının arkasında görmek ilginç geliyor insana. Hala bu şekilde giyinme nedenlerinin tarihlerindeki Soykırım acısını unutmamak olduğunu öğrenmek ise daha ilginç...


Euphorbia (Sütleğen)

Bıçakla bir çizik attıktan sonra ortaya
çıkan süt kıvamındaki zehir

Namibya Otoyollarından!

Euphorbia'nın hemen yanında, çölün ortasındaki hediyelik eşya tezgahları...
Sabahın erken saatleri olduğu için henüz kimsecikler yok

İsmini sonradan kadraja giren yol tabelasından öğrendiğim Sorris-Sorris

Tipik giysisiyle bir Herero Kadını

Herero Köyünden

Tipik kıyafetleriyle bir Herero Kadını daha

Sorris-Sorris'den...

Dikkat Fil Çıkabilir! 


Bol fotoğraf sonrası yola devam ediyoruz. Toprak yolda bir süre ilerledikten sonra karşımıza bizimki gibi başka bir turist otobüsü çıkıyor. Biraz ilerimizde, yolun kenarına park etmiş, üst kapakları açık ve arabanın tüm pencerelerinden dışarıya objektifler fışkırıyor... Karşı yönden gelen bir Land Rover’dekiler de –yine turistler- elleriyle “yavaş, durun” gibi işaretler yapıyorlar. Daha sonradan çok karışılaşacağımız anlardan biri daha; yakınlarda kesinlikle bir vahşi havyan var... Namibya’da bir turist grubu herhangi bir vahşi hayvan gördüğünde hemen diğerlerini uyarıyor. Fakat bu “Gelin gelin burada aslan var” gibi bir uyarı değil de daha çok “Şişşt sessiz olun, Aslanları ürküteceksiniz, fotoğraf çekmeye çalışıyoruz burada” şeklinde bir uyarı...

Çok heyecanlanıp fotoğraf makineme davrandığım o anda bizim karşımıza çıkan ise aslanlar değil, yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz yol tabelasını haklı çıkarırcasına bir Fil sürüsü oluyor. Günün sonunda varacağımız Kamanjab’daki otelimizden özel tur düzenleyip de görmeye çalışacağımız malum fil sürüsü...

Afrika filleri, Asya’dakilerden biraz farklı. Hindistan, Nepal veya Uzakdoğu’ya yolu düşen hemen herkesin gördüğü, ağır işlerde insanlara yardım eden, sırtına aldığı turistleri gezdiren, yanına gidip okşayabileceğiniz, hortumuyla sizi ıslatıp eğlendiren filler Afrika’da yok. Buradakiler biraz daha büyük ve kesinlikle Asya’daki akrabaları gibi uysal değiller. Yani siz siz olun yolunuz buralara düşerse Fillere fazla yaklaşmayın. Özellikle de eğer bir filin gözlerinin biraz arkasında, yüzünün iki tarafında bir ıslaklık var ise. Erkek Fillerin, testosteron düzeylerinin çok artıp şakaklarındaki bezlerden dışarıya boşaldığı bu döneme Mest Dönemi deniyor. İşte bu dönemde filler aşırı saldırgan oluyorlarmış (Tanıdık geldi değil mi? Bir nevi kadınlardaki PMS gibi!). Hatta insanlara ve araçlara saldırdıkları bile görülüyormuş. İnsanlara ve araçlara saldırmak derken burada ağırlığı 7 tona boyu ise 4 metreye ulaşabilen en büyük kara hayvanından söz ediyorum hatırlatayım..

Sürünün Lideri etrafı kolaçan ettikten sonra suya doğru ilerliyor.

Arkasından gelen daha küçük Filler

Biz fotoğraflarını çekerken onlar da bol bol su içiyorlar

Yanlarından yavaşça geçen bir araç. Ne de olsa su içtikleri yer yolun hemen yanı...

Filleri izleyerek geçirdiğimiz keyifli bir yarım saatten sonraki hedefimiz UNESCO Dünya mirasları listesinde de yer alan arkeolojik bir bölge; Twyfelfontain. Bu kayalık bölgede de önceki bölümde anlattığım Brandberg’deki gibi tarih öncesinden kalma binlerce kaya resmi var...

Twyfelfontain, Afrikaans dilinde “Şüpheli kaynak” demekmiş. Bu ismi 1940’larda buraya ilk yerleşen Beyaz Adam, David Levin vermiş. Ailesiyle birlikte fil izlerini takip ederek bulduğu küçük bir su kaynağının yakınına yerleşen Levin, bulduğu bu zayıf kaynağın ailesi ve hayvanlarına yeteceğinden emin olamamış. Bu yüzden de bu ismi vermiş; Şüpheli Kaynak (Doubtful Spring).

Önce ziyaretçiler için yapılmış merkeze geliyoruz. Burada bir kafe, hediyelik eşya mağazası ve gerçekte üzeri örtülmüş bir çukurdan ibaret tuvaletler var. Tüm bina geri dönüştürülebilir materyallerden yapılmış.

Merkezden sevimli rehberimizle birlikte bir patikayı izleyerek 45 dakika kadar yürüyor ve kaya resimlerine ulaşıyoruz. Burada rehberimiz en eski olanlarının 10 Bin yıllık olduğu düşünülen kaya resimleri hakkında bilgiler veriyor. Turun sonunda da sürpriz olarak bize harika bir şarkı söylüyor... 


Uzaklardan Twyfelfontein Ziyaretçi Merkezi

Kaya Resimlerini bize gösteren sevimli Rehberimiz

Kaya Resimlerini yakından görebilmek için inşa edilmiş Platform

Bölgeye yerleşen ilk Beyaz Adam David Levin'in evinden geriye kalanlar

Binlerce yıllık Kaya Resimlerinden; Zürafa

Yine Zürafa figürü

Kaya Resimlerinden

Rehberimizin anlattıklarını Margarita büyük bir dikkatle dinlerken...

Tuvaletler

Geri dünüştürülebilir materyallerden yapılma merkezden...


Twyfelfontain sonrası tüm gezi boyunca en çok beğendiğim iki otelden ilkine gidiyoruz. Onu da sonraki bölümde anlatayım...


Sürecek




Etiketler: , , , , ,