Bir süre sonra yeniden
yollara düşüyoruz. İkinci mola yerimiz okyanus kıyısında “Skeleton Coast” da kimbilir kaç yıl önce karaya vurmuş ve terkedilmiş bir geminin hemen karşısındaki
kumsal oluyor.
Öğle saatlerinde
vardığımız Cape Cross, Swakopmund’a 120 kilometre mesafede. Yolun yarıdan fazlası ise tuz, evet toprak değil "tuz"...
Portekizli Kaşif Diego
Câo, 1400’lerin sonlarında, Hindistan’a gitmeye çalışırken bu topraklara ayak
basan ilk Avrupalı olmuş. Ülkesi Portekiz adına bu sahillere el koyduğunu
belirtmek için de büyük bir Pâdrao yani Taştan Haç dikmiş. Cape Cross –Haç
Burnu- adı da buradan. Yakınlardaki minik bir tepede, o Pâdrao'yu olmasa da aynı yere dikilmiş
olan kopyasını görebiliyorsunuz. (Aslında 2 haç var; Almanlar 1893 yılında
Diego Câo’nun diktiği Haçı alıp Berlin’e götürmüşler. Yerine de ahşap küçük bir
haç koymuşlar. Sonra bu haç beton bir Haç ile değiştirilmiş. Yıllar sonra da
birilerinin yaptıkları bağışlarla orijinal Haçın bir kopyası yapılıp aynı yere
dikilmiş. Aşağıdaki fotoğrafta neden 2 haç var sorusunun karşılığa da bu
işte...)
Cape Cross dünyanın en
büyük Fok Kolonilerinden birine, hatta Namibya'lılara göre en büyüğüne ev sahipliği yapıyor. Burada Ekim ve Aralık
aylarında 200 Bin kadar Güney Afrika veya Avustralya Kürklü Foku denilen türden fok bulunuyormuş.
Koloniye geldiğinizde araçtan
inerken sizi birazdan göreceğiniz binlerce fokun çıkardığı çığlıklar karşılıyor. Ve pek de
hoş olmayan bir koku...
Kolonide sahil kenarındaki birkaç
yüz metrelik bir yürüyüş yolu boyunca fokları izleyebiliyorsunuz. Bu yoldan
çıkmanız yasak ama çıkmanıza da gerek yok zaten, foklar her yerdeler. Hatta
yürüyüş yolunun altındalar... Bu arada bu yürüyüş yolu geri dönüştürülmüş
plastikten yapılmış, Nambiya’lılar kocaman bir tabelaya yazmışlar bunu. Diğer
taraftan Likenleri koruma altına alıp yürüyüş yolunu geri dönüşümlü plastikten
inşa eden Namibya Hükümeti her yıl 80 Bin kadar foku “kontrollü olarak” öldürüyormuş.
Kafalarına sopayla
vurularak öldürülen yavru foklar değerli derileri, ateşli silahlarla vurularak
öldürülen yetişkin erkekler ise Asya ülkelerinde afrodizyak olduğuna inanılan penisleri
için katlediliyorlar. “Dünyada en fazla Uranyum üreten dördüncü ülkenin deri ve
afrodizyak pazarından kazandığı para ne olabilir ki bunca masum hayvanı devlet
eliyle katletsin?” diye sormayın bu sorunun yanıtını ben de bilmiyorum...
Fokların katledilmesinin
bir diğer nedeni de tükettikleri balık miktarı. Namibya Hükümeti
destekli bir araştırmaya göre Fok Kolonileri tüm balık endüstrinin
yakalayabileceğinden daha fazla balık tüketiyormuş. Diğer taraftan aktivist bir grup olan Seal Alert
South Africa (Güney Afrika Fok Alarmı) ise balıkçılık sektöründe fokların neden
olduğu ticari kayıpları yüzde 0.3’den daha az olarak hesaplamış. Merak ettim araştırdım; yetişkin bir Güney Afrika Kürklü Foku bir yılda 270 kilogram kadar balık yiyebiliyormuş...
Bu konuyla ilgili
araştırma yaparken çok da sevimsiz bir şey öğrendim. Öldürülen yavru fokları satın
alan tek bir kişi var, Namibya Hükümetiyle 2019 yılına kadar kontratı olan
biri. Bu kişi öldürülen yavru fok başına sadece 7 Dolar ödüyormuş ki Siz turist
olarak sadece fokları görmek için bile 12 Dolar ödüyorsunuz. Ve sıkı durun; bu büyük
alıcı bir Türk! Hatemi Yavuz isimli bir işadamı ve aynı zamanda Namibya’nın da Türkiye Fahri
Konsolosu. Google’a Hatemi Yavuz
ismini yazdığınızda yabancı sitelerde katledilen foklarla ilgili onlarca haber
çıkarken Türkçe sitelerde karşımıza çıkan Hatemi Bey’in Ivana Sert ile olan magazinsel
ilişkileri. Namibya’daki Fok katliamının arkasından bir Türk’ün çıkması mı, yoksa
bu ülkede kimsenin bunu umursamaması mı? Hangisi daha kötü bilemedim...
Kolonide bol bol fotoğraf
çektikten sonra öğle yemeği için Cape Cross Lodge isimli otele gidiyoruz.
Burası ıssız ve ürkütücü İskelet Sahilinde adeta lüks bir sığınak gibi. Turistik sezonda olmadığımızdan otelde in cin top oynuyor. Girişte bir zamanlar dev
bir Balinaya ait olan kafatası, otelin duvarlarında da Balina Avcılığı hakkında
bilgiler veren afişler var. Afişlerden “Harpoons” başlıklı olanı yani bir
zamanlar balinaların avlandığı zıpkınlar hakkında bilgi vereni aklıma Moby Dick’in
Ishmael’ini getiriyor. “Bana Ishmael deyin”
diye başlayan, Herman Melville’in çok sevdiğim romanından bir karakter...
|
Cape Cross Fok Kolonisi |
|
Koloniden... |
|
Sürekli suya girip çıkan binlerce Fok |
|
Geri dönüştürülmüş plastikten yapılma yürüyüş yolu |
|
Yürüyüş yolundan bir kare daha |
|
Hangi fokun fotoğrafını çeksem? |
|
Anne ve yavru Fok |
|
Fokları burada öldürüyorlarmış... |
|
Issız Skeleton Coast'da lüks bir otel; Cape Cross Lodge |
|
Cape Cross Lodge girişi |
|
Balina Kafatası |
|
Otelin sahil tarafından |
Yemek sonrası Atlas
Okyanusuna veda edip Çölü geçiyoruz. Hedefimiz Namibya’nın en yüksek dağı olan
Brandberg.
Brandberg 30 kilometreye 25
kilometre boyutlarında kubbe şeklinde masif granit bir kaya. Königstein isimli
zirvesinin deniz seviyesinden yüksekliği ise 2574 metre. Tüm bu bölgenin ismi ise
Damaraland yani Damara Ülkesi.
Brandberg civarında 45
Binden fazla kaya resmi var. En az 2000 yıl öncesinden kalma bu kaya resimleri
nedeniyle Damaraland, yüzyıllar boyunca yerliler (Bushmenler) için sprituel bir
mekan olmuş. Bu kaya resimlerinden en ünlüsü ise bir Fransız araştımacının yaptığı
hatayla 50 yıl kadar değişik tartışmalara neden olan The White Lady; yani Beyaz Kadın.
Hata olayının özeti şu; 1929 yılında döneminin önemli Antropoloğu Fransız Henry Breuil bir taş atmış ve kırk akıllı yıllarca
çıkaramamış... Breuil, kaya resimlerini Girit adasındakilerle özdeşleştirip resimleri
yapanların Akdeniz Bölgesinden gelmiş olabilecekleri düşüncesini ortaya atmış. Arkasından
da yıllar boyunca ortaya bir sürü teori atılmış. Bunlardan en ilginci de Zimbabvelilerin
Afrika dışı kökenleri olduğunu iddia ettikleri teori; Biz Afrikalı değiliz, kökenlerimiz Eski Yunanlılara dayanıyor gibi bir şey... Neyse ki Breuil’in
düşüncelerinin gerçek olmadığı ispat edilmiş ve tartışmalar sona ermiş. Hatta
meşhur While Lady yani Beyaz Kadın ise kadın bile değilmiş. Artık özel kıyafetler
giymiş bir "erkek" Şaman olduğu düşünülüyor.
Kaya resimlerini görmek için
Brandberg’in eteklerine kadar aracımızla gelip daha sonra bir patikada, Rehber
eşliğinde 45 dakika kadar yürüyoruz. Patikanın sonunda ulaştığımız kaya
resimleri ilginç gerçekten; pek çok farklı figür var. Patikada yaptığımız yürüyüş, etrafımızdaki granit kaya
manzaraları da oldukça keyifli. Güneş batarken yeniden kamyonumuza dönüyoruz.
Günün sonunda akşam yemeği ve konaklama
için Uis isimli küçük kasabaya gidiyoruz. Montis Usti isimli Restoranda (aynı
zamanda da bir Guest House) akşam yemeği yedikten sonra otelimiz White Lady B&B and Camping’e geçiyoruz.
Ertesi sabah yine yollara
düşeceğiz...
Ve tabii ki fotoğraflar;
|
Cape Cross Lodge dönüşü yolun her iki yanında karşımıza çıkan tezgahlar. Üzerindekiler satılık Tuz Kristalleri! |
|
Değişik şekillerdeki bu Tuz Kristallerinden istediğinizi seçip tezgah üzerinde yazan fiyatı da kavanozun içerisine bırakıyorsunuz... |
|
Namibya'yı neredeyse bir uçtan diğerine kat ettiğimiz kamyondan bozma otobüsümüz. Brandberg'e giderken, molada... |
|
Brandberg; granit kayalar |
|
The White Lady'e giderken çektiğim karelerden |
|
Patika'da yürüyen grup... |
|
Yolda karşılaştığımız Damaraland Sakinlerinden |
|
Kaya resimlerinden |
|
Ortadaki figür meşhur The White Lady |
|
Pek çok figürün olduğu bir küçük bir mağara |
|
Patika'dan bir kare daha |
|
Bize White Lady'e kadar eşlik eden Rehberimiz |
|
Uis'de akşam yemeği yediğimiz Montis Usti Restoran |
|
White Lady B&B Camping Hotel'deki odam. Bundan sonraki tüm otel odaları Cibinlikli olacak... |
|
White Lady B&B Camping Hotel |
Sürecek...