Oscar'lı Slumdug
Millionare filminde Jamal ve Kardeşi Salim bir süre trenlerde takılırlar; ufak
tefek şeyler satarak, ya da çalarak. Bir gün işler ters gider, yolculardan birinin
yiyeceklerini çalarken yakalanıp, arbede sırasında vagondan düşerler. Tozun toprağın içerisinde
yuvarlanırlar. Düştükleri yerde, toz bulutu ortadan kalktığında karşılarında
Tac Mahal’in yukarıdaki manzarası vardır.
Jamal kardeşi Salim’e
dönüp; “Burası cennet mi?” der.
Jamal’ın, ancak cennette olabileceğini
düşündüğü Tac Mahal; Tarih boyunca Aşk adına inşa edilmiş en büyük eser,
Dünyanın Yeni Yedi Harikasından biri ve tüm Hindistan’da en çok ziyaret edilen
mekândır. Tac Mahal’i ilk gördüğünüzde en az Jamal kadar etkileniyorsunuz gerçekten.
Önceki bölümde Tac
Mahal’i ilk gördüğüm günü anlatmıştım. İşte 2006 Ekim’indeki o günün ardından, bir sonraki sabah erkenden yeniden Tac Mahal’i
görmek için yollara düştük. Fakat bu kez Yamuna nehrinin diğer tarafından gün
doğumundaki manzarasını…
Hindistan’ın Agra
şehrindeki Tac Mahal, ülkenin kutsal nehirlerinden Yamuna boyunca yer alır.
Güneş doğarken nehrin diğer tarafından Tac Mahal’i izlemek ve fotoğraflarını
çekebilmek büyük bir keyifti gerçekten.
Ne yalan söyleyeyim ilk gidişimde Rehberimiz laf arasında “Tac'ın üzerinden güneşin
doğuşunu izlemelisiniz” demeseydi bu olağanüstü deneyimi
kaçırabilirdim.
Gün doğmadan, Agra’lılar yeni bir güne uyanırken Tata’mızla düştük
yola. Yamuna üzerindeki eski çelik köprüden geçtik. (Bu arada sabahın oldukça
erken saatleri olmasına rağmen trafiğin yoğun olduğu bu eski köprüden geçmek
farklı, biraz da ürkütücü bir deneyimdi. Henüz gün tam aydınlanmadığından veya
Tata’nın arka koltuğunda, köprü üzerindeki trafik karşısında dehşete kapıldığımdan fotoğraf
çekememiş olsam da link’teki video size bir fikir verecektir…)
|
Yamuna üzerindeki eski çelik köprü |
Ana caddelerden ayrılıp,
maymunların kimseleri takmadan dolaştığı sokakları da geçip nehrin kıyısına vardığımızda
şafak söküyordu. Bir Hindistan klasiği, nehir kenarında çömelip hacetini
gideren Agra sakinlerinin yanından geçtiğimizde aşağıdaki gibi bir görüntü
bekliyordu bizleri.
Bu arada küçük bir not;
Aşağıdaki fotoğraf Hindistan’a ilk gittiğimde o zamanki kompakt makinemle (Sony
Cybershot DSC W100) çektiğim bir kareydi. Agra’ya ikinci gidişimde aynı kareyi,
bir kez daha şu anda kullandığım DSLR ile (Canon Eos 60D) yakalamak için bir
sürü plan yaptım. Sabah erkenden kalktım, şoförümüze ve rehberimize nereye
gitmek istediğim anlattım, hatta onların tercih ettiği değil de benim istediğim
yere gitmek için direndim. Sonunda yine erkenden Yamuna Nehrinin diğer
tarafında Tac Mahal’i karşıdan gören en iyi noktayı bulduğumda gördüğüm kurumuş
bir nehirdi. Tac Mahal’in sudaki yansımasını çekme hayalim de nehrin suyu gibi
yok olmuştu…
Kompakt ve DSLR ile beş yıl arayla çekilmiş Tac’da gündoğumu kareleri;
|
2006'dan, Yamuna'nın kuru olmadığı günlerden bir kare (kompakt kamera ile) |
|
Gün doğmadan hemen önce, Tac Mahal'e yaklaşırken |
|
Muhteşem, değil mi? |
|
Günün bu saatinde bile etrafta insanlar var. Kalabalık olmasa da, iyi bir kare yakalamak için sabırlı olmalı. |
|
Burada Picasa HDR Tarzı kullandım... |
|
Bu da klasik "Oradaydım" fotoğrafı... |
Ziyaret anıları ve
fotoğraf tüyolarının ardından biraz da Tac Mahal’in inşasına sebep olan dillere
destan aşktan söz etmeli.
Daha sonra Babür
Hükümdarı olup Shah Jahan (Şah Cihan) adını alacak olan Prens Khurram ile tüm dünyanın
uğruna inşa edilen Tac Mahal sayesinde sonradan aldığı Mumtaz Mahal ismini
daima hatırlayacağı Arjumand Banu Begüm bir efsaneye göre Meena isimli küçük
bir Pazar yerinde karşılaşmışlar. Hatta bir diğer efsaneye göre ise Khurram
âşık olduğunda Arjumand Banu evliymiş ve Khurram kocasını öldürtmüş…
Fakat basit bir Google
araştırması yaptığınızda bile daha mantıklı bir tanışma öyküsüyle
karşılaşıyorsunuz. Bu versiyona göre;
Arjumand Banu Begum soylu bir Pers ailesinden geliyor. Babası Babür Sarayında önemli bir şahsiyet ve Başbakanlığa
kadar yükselmiş. Halası Nur Jahan ise Prens Khurram'ın babası Cihangir’in karısı, yani imparatoriçe. Tarihçilere göre de bu evliliği ayarlayan
kişi, döneminin en güçlü ve etkili kadını olduğu düşünülen Nur Jahan'dan başkası değil.
Neyse biz yine de birinci
ve daha romantik olan pazarda karşılaşma öyküsünü kabullenelim. Khurram ve
Arjumand Banu beş yıl nişanlı kaldıktan sonra ancak 1612 yılında evlenmişler.
Bu kadar uzun süre nişanlı kalmalarının nedeni ise saray astrologlarının onlar için uygun
gördükleri tarihi beklemeleri. Astrologlar mutlu bir evlilik için en uygun günü
belirlemişler. Fakat bu beş yıllık dönemde Khurram pek de beklememiş. Aile
içerisindeki birtakım anlaşmazlıkları ve politik bazı sorunları çözebilmek için
iki evlilik yapmış. Ama hakkını yemeyelim;
Khurram'ın her iki eşinden birer çocuğu olsa da Tarihçilere göre bu
evlilikleri sadece görünürde kalmış. Khurram’ın Arjumand Banu’ya gösterdiği
ilgi, samimiyet ve derin bağlılık, diğer eşlerinde kıyasla binlerce kat daha
fazlaymış…
|
Arjumand Banu Begüm ve Prens Khurram veya Mumtaz Mahal ve Shah Jahan |
Babür İmparatorluğunda
güç, babadan en büyük oğula doğrudan devredilmeyip taht için oğulların askeri
başarılarıyla kendilerini ispat etmeleri gerektiğinden Prens Khurram’ın da
tahtı ele geçirmesi pek kolay olmamış. En sonunda 1628 yılında Shah Jahan (Şah-ı Cihan; Dünyanın Şahı) adını alarak Babür İmparatorluğu tahtına çıkmış. Tahta çıktıktan sonra da eşine
Mumtaz Mahal adını vermiş; yani Sarayın Seçilmiş Olanı. (Bu arada küçük bir
tarihi not; Shah Jahan da olası taht mücadelelerine son vermek için imparator olur olmaz kardeşlerini
öldürtmüş. Bizim “Devletin bekası için kardeş katli vaciptir” yasası Fatih’le
başladığına göre büyük ihtimal Osmanlı’dan esinlenmiş...)
Evliliklerinin ardından
büyük aşkla sevdiği eşi Mumtaz, Shah Jahan için sadece bir eş olmakla kalmamış.
Oldukça zeki bir kadın olan Mumtaz, zaman içerisinde Shah Jahan'ın önemli politik danışmanı haline gelmiş. Seferlerde bile sürekli yanında yer almış, ülke
meselelerinde fikirlerine danışılmış ve hatta bir dönem İmparatorluk Mührü’nü
bile taşımış. Hakkında okuduklarımdan anladığım kadarıyla, bizim Hürrem’den
pek de aşağı kalır yanı yokmuş yani. Evlendikten hemen sonra, Mumtaz, Shah Jahan'dan diğer eşlerinden
çocuk sahibi olmamasını istemiş. Shah Jahan’da bu isteğini yerine getirmiş
tabii ki. Mumtaz Mahal de diğer eşlerinden çocuk sahibi olmasını istemediği Shah
Jahan için, 19 yıllık evlilikleri boyunca, açığı kapatmak için olsa gerek, yedisi doğumları
sırasında veya çok küçük yaşta ölen on dört çocuk doğurmuş…
Ne yazık ki tarih boyunca
insanoğlunun yaşayarak öğrendiği bir şey var; tüm tatlı zevkler veya güzel şeyler genellikle acıyla
sonlanır. İşte Mumtaz Mahal de, 14. çocuğuna üstelik de dokuz aylık hamileyken, bir isyanı bastırmak için Burhanpur'a giden eşine eşlik eder. Eşinin yanında seferdeyken doğum başlar ve maalesef -tarihçilerin yazdığına göre- doğum sonrası kanama nedeniyle 1631 yılında ölür.
Büyük aşkını beklenmedik
bir şekilde kaybeden Shah Jahan adeta hayata küsmüş. Bir yıl, bazı kaynaklara göre iki yıl kadar ortalarda görünmeyip yas tutmuş. Sonunda en büyük kızı Jahanara Begum, Shah
Jahan’ı, yasını sonlandırıp yeniden taht ile ilgilenmeye ikna etmiş. Tarihçilerin
yazdığına göre Shah Jahan geri döndüğünde saçları ve sakalı beyaz, vücudu hafif
öne doğru eğri ve yüzünde de derin kırışıklıklar varmış. (Yani; Tüm Tac Mahal
masallarında anlatılan; Shah Jahan'ın saçları ve sakalları bir gecede bembeyaz olmuş kısmı
hafif bir abartı…)
Eşinin ölümünden bir
zaman sonra, Shah Jahan sevdiği kadın anısına dünyanın gelmiş geçmiş en güzel
eserini yaptırmaya girişir. Çünkü bir rivayete göre ölüm döşeğindeki eşi Mümtaz
Mahal’e iki söz verir; asla yeniden evlenmeyecektir ve eşi için benzeri olmayan
bir kabir inşa ettirecektir.
1632 yılında inşaat
başlar. Sanılanın aksine Tac Mahal’in tek bir mimarı olmamış. Genelde, Osmanlıdan oldukları için “benimsediğimizden” isimleri geçen İsmail
Efendi (İsmail Khan) ve İranlı Ustad İsa
(İsa Efendi) –ki Mimar Sinan’ın öğrencisidir- Tac Mahal’in inşasında ismi geçen
7-8 kişiden sadece ikisi. Kayıtlara göre Shah Jahan’ın idaresinde bir Mimarlar
ekibi varmış. Bu ekibin başında olup da genellikle ismi Tac Mahal’in tasarımını
yapan kişi olarak geçen kişi ise İranlı Ustad Ahmat Lahauri. Ayrıca Buhara’dan heykeltıraşlar
(Bugünkü Özbekistan), Suriye ve İran’dan hattatlar, Güney Hindistan’dan
kakmacılar gibi çok farklı yerlerden gelenlerin oluşturduğu yaratıcı bir ana ekip de varmış.
İnşasında yaklaşık 20 bin
işçinin çalıştığı Tac Mahal 22 yılın ardından 1653 yılı ortalarında tamamlanmış.
Bu arada pek çok yerde geçen bir bilgi var ki bence tümüyle uydurma; Hikâyeye göre Tac Mahal’in inşaatı sona
erdiğinde, Shah Jahan bu kadar güzel bir eser daha yapamasınlar diye mimarın ve bazı çalışanların ellerini kestirmiş. Bu hikayenin uydurma olduğunu düşünmemdeki ilk neden Tac Mahal’in bölümler halinde
inşa edilmesi ve neredeyse her bir bölümün farklı bir mimar tarafından
tasarlanmış olması. Eğer bu “ellerin kesilmesi” hikâyesi doğru olsaydı inşaatın
sürdüğü 22 yıl boyunca Shah Jahan, büyük olasılıkla her 4-5 yılda bir bu işi
tekrarlamak zorunda kalırdı. Diğer bir neden de Shah Jahan’ın
gerçekleştiremediği hayali; Tac Mahal’in birebir fakat siyah mermerden
kopyasını Yamuna nehrinin diğer tarafına kendisi için inşa ettirmek. Yani Shah Jahan'ın bu hayalini düşünürseniz, mimarların ellerini kestirmek pek de akıllıca olmazdı…
Aslında Tac Mahal’in
maliyeti de yukarıda söz ettiğim ellerin kesilmesi efsanesinin doğru
olmadığının bir diğer kanıtı olabilir. Bunu nasıl hesaplamışlar bilmiyorum ama
Tac Mahal’in maliyeti bugünün koşullarında 200 Milyon Dolardan fazlaymış. Yani
bu kadar pahalı bir eseri bir kez daha inşa etme ihtimalleri var mı ki sırf
buna engel olmak için yaratıcılarının ellerini kessinler, değil mi?
Şaka bir yana; işte bu
maliyet nedeniyle büyük aşkı Mumtaz Mahal’e muhteşem bir kabir inşa etmek uğruna
İmparatorluk hazinesini neredeyse tüketen Shah Jahan, üzerine bir de ülke
yönetimine olan ilgisini kaybedince oğullarının tepkisini çekmeye başlamış.
Ardından 1658 yılında hastalanınca da oğulları arasında bir taht kavgası
başlamış. Bu kavganın galibi oğlu Aurangzeb, iyileşmesine rağmen babası Shah
Jahan’ı Babür Tahtından uzaklaştırmakla kalmayıp Agra Kalesinde hapsetmiş.
Efsaneye göre Shah Jahan 1666 yılında ölene dek Tac Mahal’i ancak Agra Kalesindeki
odasının küçük penceresinden görebilmiş…
|
Agra Kalesindeki bir pencereden Tac Mahal'in görüntüsü. Shah Jahan'ın penceresi bundan çok daha küçükmüş... |
Shah Jahan’ın ölümünün
ardından, Agra kalesindeki tutsaklık yılları boyunca yanında olan ilk kızı
Janahara Begüm Sahib, babası için büyük bir cenaze töreni planladıysa da
Aurangzeb buna karşı çıkmış. Cihan Şahı'nın cenazesi basit, sandal ağacından bir tabut ile
Yamuna nehrinin karşısına geçirilerek sevgili eşi Mümtaz Mahal’ın yanına
gömülmüş ve Tac Mahal’deki simetriyi bozan tek şey maalesef Shah Jahan’ın kendisi
olmuş...
Tac Mahal hakkında pek
çok şey söyleyebilirsiniz;
Sözgelimi hemen herkes
gibi; hayranlıkla Aşk adına tarih boyunca yapılmış en muhteşem eser diyebilirsiniz.
Olaya esprili yaklaşır, ilk Hindistan’a gittiğimde satın aldığım tişörtün üzerinde
yazdığı gibi "Greatest erection of a man for a woman” dersiniz; yani "Bir erkeğin
bir kadın için en büyük ereksiyonu". Eleştirel gözle yaklaşıp; “Aslında o kadar
da muhteşem değil, turistik amaçlarla abartılıyor, hem bizim Ayasofya, Tac
Mahal’den neredeyse bin yıldan fazla bir zaman önce üstelik de sadece beş yılda
inşa edilmiş” diyebilirsiniz. Veya Shantaram kitabındaki karakterlerden Didier
gibi iyice alaycı yaklaşıp sadece “Su akıtıyor” der geçersiniz. Hatta P. N. Oak
isimli bir araştırmacının söylediklerine bile inanabilirsiniz. Bu Hindu yazarın
iddiasına göre Tac Mahal gerçek ismi Tejomahalay olan eski bir Hindu
tapınağıymış… (Merak edecek olursanız link’teki sitede bu saçma iddia konusunda bir sürü bilgi
var).
Evet, Tac Mahal hakkında
pek çok şey söyleyebilirsiniz. Ama benim naçizane fikrim kesinlikle önce gidip görmeniz. Darwaza-i
Rauza yani Büyük Kapı’daki tünelden çıkıp hemen önünüzdeki havuzlu bahçe ve tam
karşınızdaki Tac Mahal’i kendi gözlerinizle gördüğünüz o büyülü anı yaşamanızı mutlaka öneririm.
Dilerim bir gün yolunuz
Agra’ya düşer.
Ve son fotoğraf;