Arjantin ve Patagonya'da 2 Hafta
Bölüm 14
|
Nasıl yapsak da Antarktika'ya gitsek? |
Dünyanın en güneyindeki kent Ushuaia’dayız. Günün ilk
yarısında Beagle Kanalında yaptığımız tekne turunun manzaraları hala gözlerimin
önünde ve asla unutabileceğimi de sanmıyorum.
Öğle yemeğinin ardından daldığımız Ushuaia'nın ana caddesi San Martin, kalabalık ve eğlenceli. Hediyelik eşya dükkânları, restoran ve kafeler ve çok sayıda outdoor kıyafet ve malzeme alabileceğiniz mağaza var. Bir de
Antarktika turları da satın alabileceğiniz seyahat acenteleri.
Antarktika dünyada gitmesi en pahalı yer dersem sanırım
abartmış olmam. Ushuaia limanından kalkan gemilerle Antarktika’ya yapacağınız
10 günlük bir turun maliyeti seçeceğiniz kamara koşullarına göre en az 10 ile 20 bin Dolar arasında değişiyor. Fakat şanslıysanız ve "Kamaram varsın su seviyesinin altında olsun, başkalarıyla da paylaşırım ama yine de giderim" diyorsanız, işte bu caddedeki
acentelerden birinde bir son dakika fırsatı yakalayıp fiyatı 3 bin dolarlara
kadar indirebilirmişsiniz...
San Martin Caddesi üzerindeki Postane binası, üzerindeki duvar resimleriyle Ushuaia’nın kısa tarihi hakkında fikir veriyor; bir tarafta Yamana yerlileri resmedilmiş, diğer
tarafta da Ushuaia’nın ilk sakinleri mahkûmlar…
|
San Martin Caddesindeki Postane ve duvar resimleri; Yamana Yerlileri |
|
Yine Postane duvarından; Ushuaia'nın ilk sakinleri Mahkumlar |
Burada biraz Ushuaia
tarihinden söz etmeli. Kaptan Robert Fitz Roy (ki adını verdiği dağın yakınlarında kilometrelerce yürümüştüm...) 1833 yılında gemisi HMS Beagle ile Ateş Topraklarını
incelemek için ilk kez bölgeye ayak basan Batılı kabul ediliyor. Ushuaia’ya yerleşen ilk
İngiliz ise 1870’lere kadar bölgede yaşayan Waite Hockin Stirling isimli bir
misyoner ki büyük ihtimal Yamana’lar için sonun başlangıcı da bu olmuş. Ardınan
başka İngiliz misyonerler de geliyorlar. İngilizlerin Falkland Adalarına (La
Isla Malvinas, Arjantinlileri gücendirmeyelim!) yerleşmeleri de bu döneme
rastlıyor. Ardından 1870’lerin başında ilk Arjantinli yerleşimciler bölgeye
geliyorlar. İlk Arjantinlilerin bölgeye ayak bastığı yıl (1873) Devlet Başkanları
Julio Argentino Roca bölgeyi “Penal Colony” ilan ediyor; yani Ceza Sömürgesi ve
mahkûmların sürgüne gönderildiği bir açık cezaevi. –Ne de olsa kaçabilecekleri
bir yer yok ve tarihi boyunca da bu cezaevi hiç duvarlarla çevrili olmamış!-
1900’lerin başından
itibaren de Arjantin Devleti, Tierra del Fuego üzerindeki hâkimiyetini
perçinlemek adına bu Ceza Sömürgesi civarında yerleşimi destekliyor. Çünkü o
dönemde Şili de bu toprakların peşinde… Böylece Ushuaia şehri doğmuş oluyor.
|
Hapishane binasından yapılma müzenin şeması |
San Martin Caddesindeki
yürüyüşün ardından, görmek istediğim bir müze var. San Martin'in doğu tarafında sonlandığı noktada, hemen yolun karşındaki Denizcilik Müzesi; Museo Maritimo de Ushuaia. Her ne
kadar ismi Denizcilik Müzesi olsa da burası içerisinde birden çok bölüm içeren, Ushuaia’ya cezalarını çekmek üzere gönderilmiş mahkûmlarca inşa edilmiş eski hapishane
binasında kurulmuş bir müze. Cezaevi Müzesi (Museo del Presidio), Sanat
Galerisi (Galeria de Arte), Antarktika Müzesi (Museo Antartico) gibi bölümlerden
oluşan müzede bir de Tarihi Pavyon (Historic Pavilion) var. Müzeye giriş ücreti 15 Amerikan Doları yani yaklaşık 28 TL...
Cezaevi Müzesi oldukça
ilginç. Uzun bir koridorda bir zamanlar mahkûmların kaldığı binada
yürüyorsunuz. Her bir hücrede cezaevi tarihiyle ilgili bir detay var. Bazı hücrelerde
balmumu heykelleriyle ünlü mahkûmlar, bazılarında cezaevi koşullarıyla ilgili
fikir veren objeler ya da mekânın tarihinin anlatıldığı afişler gibi detaylar. Hücrelerin olduğu koridorlardan biri de gerçek hapishane
hakkında ciddi bir fikir vermek açısından olsa gerek olduğu gibi bırakılmış.
Antarktika Müzesinde,
beyaz kıtanın keşfiyle ilgili bir sürü bilgi var. Denizcilik müzesinde ise
aralarında Darwin’in seyahat ettiği HMS Beagle’ın da olduğu bölgenin tarihinde
önemli yeri olan gemilerin maketleri sergileniyor. Gerçekten gezmeye değer Sanat Galerisi
yanında, müzede bir de mahküm üniforması şeklinde pijama satın alabileceğiniz hediyelik eşya mağazası var. Eğer yolunuz Ushuaia'ya düşerse Museo Maritimo de Ushuaia'yı mutlaka görün derim...
|
Denizcilik Müzesi girişindeki mahküm heykelleri |
|
Charles Darwin'in seyahat ettiği Kaptan Fitz Roy'un ünlü gemisi HMS Beagle böyle görünüyormuş... |
|
Zamanının ünlü mahkümlarından 8 kişinin katili Alias Mateo Banks |
|
Cezaevi Müzesi; Müze haline getirilmiş gerçek koğuşlar |
|
İşin içine sanat girince cezaevi koridoru bile güzelleşiyor, değil mi? |
|
Bu da dokunulmamış haliyle koğuşlar... |
Müze sonrası yine Ushuaia sokaklarında turluyoruz.
Girdiğimiz hediyelik eşya mağazalarından birinde tavan dikkatimi çekiyor. Tavandan bir köşesinden yapıştırılmış kâğıt paralar sarkıyorl. Arada metal bozukluklar da var ve mağazanın tüm tavanı dünyanın farklı ülkelerine ait paralarla kaplı. Mağaza sahibine aralarında Türk Lirası olup olmadığını sordum, yokmuş. Maalesef
yanımda kâğıt Türk Lirası yok ama 1 TL ve 50 kuruşluk madeni paralar var.
Onları çıkarıp verdim, mağaza sahipleri çok sevindiler ve hatta karşılığında
küçük bir hediye de verdiler. Dünyanın en güneyindeki Türk Liraları da sayemde
yerlerini aldılar böylece!
Bir süre daha sokaklarda dolaştıktan sonra, hava da iyice kararmaya yüz tutunca yine
yürüyerek önce otelimize oradan da akşam yemeği için yine San Martin Caddesi üzerindeki Bodegon Fueguino Restorana
gidiyoruz. Ben yine Lomo yani az yağlı sığır filetosu yerken Gut olmama ramak
kaldığını hissediyorum…
Ushuaia Sokaklarından bir kaç fotoğraf;
Ertesi sabah, otelimizden taksilerle ayrılıp Tierra del Fuego yani Ateş Toprakları
Ulusal Parkına doğru yola düşüyoruz.
Seyahatin son günü, hafiften evimi ve
fazlasıyla kızımı özledim ve bir önceki gün Beagle Kanalında gördüklerimden
sonra, sağ ön koltuğunda oturduğum taksi Tierra Del Fuego Ulusal Parkına doğru yol alırken "Bu seyahatte heyecan verici daha ne kalmış olabilir ki ?" diye
düşünüyorum… Yanılmışım!
Önceki bölümlerde söz etmiştim; Tierra del Fuego;
Güney Amerika kıtasının en sonunda yani en güneyinde yer alan takımadalara
verilen isim. Daha doğrusu Magellan’ın verdiği isim. Ferdinand Magellan ilk kez
1520 yılında daha sonra kendi adıyla anılacak olan boğazdan geçerken, sahilde pek çok ateş
görüyor. Büyük olasılıkla bölgede yaşayan Yamana yerlilerinin ısınmak amacıyla yaktığı ateşler. Bu görüntünün ardından buraya;
"Tierra del Fuego" yani Ateş Toprakları ismini veriyor. Tierra del
Furego Ulusal Parkı bu ada üzerinde yer alan 640 kilometrekare büyüklüğünde bir
park.
Ulusal Parka kişi başına 110 Peso (yaklaşık 40 TL) olan ücretimizi
ödeyip giriş yaptıktan sonra, Bahia Ensenada yani Ensenada Körfezinde
araçlarımızdan iniyoruz. İşte o noktada bizi karşılayan manzara inanılmaz.
Karşımızdaki suyun yüzeyinde en ufak bir kıpırdama bile yok, az ilerideki
Redonda Adasına kadar –Isla Redonda- dümdüz bir mavilik uzanıyor. Arka
taraftaki dağların zirveleri bir bulut tabakasının üzerinde kendilerini
gösterirken, etekleri aynı bulut tabakasıyla örtülü ve en yukarıda gökyüzü
masmavi parlıyor. Daha da şaşırtıcı olan karşımızdaki bu sakin suyun Beagle
Kanalı olması, yani bir göl değil, bildiğiniz deniz…
|
Tierra del Fuego; Bahia Ensenada -Ensenada Körfezi- İlk bakış |
|
Puerto Guarani isimli iskele ve üzerinde Dünyanın Sonundaki Postane |
|
Dünyanın Sonundaki Postane |
|
Bu da Dünyanın Sonundaki Postacı oluyor sanırım... |
Bu harika görüntü ile
karşılaştığımız o noktada bir iskele, Puerto Guarani isimli bu iskelenin
üzerinde de minicik bir postane var; Dünyanın Sonundaki Postane; "Unidad Postal Fin del Mundo"… Burada
pasaportlarınıza 2 Amerikan doları karşılığında bir damga bastırabilir veya hava
atmak istediklerinize buradan bir kartpostal gönderebilirsiniz. (Küçük bir not; Buradan gönderilen kartpostallar 2 haftada Türkiye'deki adreslerine ulaştılar...)
En güneydeki bu şirin
postanede bir süre oyalandıktan sonra orman içerisinde harika manzaralar
eşliğinde yürümeye başlıyoruz. Başta rehberlerimizin bize çok kolay
dediği trekking parkuru, patika girişindeki girişindeki tabelaya göre orta zorlukta. Bir de
üstelik 8 km. Senda Costera isimli bu patikada, orman içinde taksilerin yeniden gelip bizi alacağı saati yakalamak için
hafif hızlı tempoda yürürken, hemen sağımızdaki Ensenada Körfezindeki durgun sular fotoğraf
meraklıları için harika manzaralar sunuyor. “Yansıma mı istediniz, alın size
yansıma” tadında bir sürü fotoğraf çekiyoruz. Bir süre sonra orman içerisine girdiğimizde ağaçkakanların fotoğrafını çekeceğiz
diye azıcık oyalansak da zamanında bizi almak için gelen taksilere ulaşıyoruz.
Ushuaia'ya ulaştığımızda tüm
grup benimle aynı fikirde; Tierra del Fuego Ulusal Parkı çok güzeldi. Beklentimizin
çok daha üzerinde güzel...
Tierra del Fuego Ulusal Parkından "Yansıma mı istediniz, alın size yansıma" tadında fotoğraflar ve bir de Ağaçkakan;
Ushuaia’ya döndükten
sonra yeniden El Turco restorandaki öğle yemeği sonrası 1-2 saat dinleniyorum,
dışarısı gerçekten sıcak. Ardından yeniden Ushuaia sokaklarında turluyoruz. Açıkçası
Ben bu şehri çok sevdim… Şu ana kadar gezdiğim yerler arasındaki en özel
şehirlerimden biri oldu bile… (Şimdilik listemde 4 şehir var; Luang
Prabang-Laos, Cusco-Peru, Varanasi-Hindistan ve Ushuaia-Arjantin...)
Rehberlerimiz gezinin son akşam yemeği için oldukça kaliteli bir
yer seçmişler; Maria Lola Resto isimli restoran oldukça şık ve lüks bir mekândı.
Yemekler de harikaydı. Bu saate kadar gut olmadım ya bir kez daha et yesem bir
şey olmaz diyerek yine Lomo yedim…
Ve ertesi sabah geri dönüş yolculuğumuz başladı.
...
Küçük bir kişisel not:
O şık restorandaki yemeğin ardından, ertesi sabah Ushuaia’dan
Buenos Aires’e uçtuk. İstanbul uçuşumuz gece yarısıydı, zaten bu uçuş için
yerel havalimanı Aquaparque’den, Uluslararası olan Ezezia’ya geçmek zorundaydık
derken yeniden şehir merkezine gidip Buenos Aires’te birkaç saat daha geçirdik.
Sonrasında İstanbul’a uçarken tek düşündüğüm son 2 haftanın
ne kadar muhteşem olduğuydu. Kesinlikle şimdiye kadarki en iyi seyahatim buydu
dediğimi anımsıyorum. “Tamam, artık bu
turda daha da heyecan verici bir şey olamaz” diye düşündüğüm her günün
sonrasında yeni, daha da heyecan verici anlar yaşadım adeta. Nar Gezi’den
Sevgili Aykut gerçekten harika bir iş çıkarmış, tam da yola çıkarken
planladığımız gibi… Rehberlerimiz Mutlu ve “Şili’li Türk” Cem müthiştiler. Çoğuyla
daha önce seyahat ettiğim grup arkadaşlarım harika insanlardı, eğlenceli
insanlardı, gezmeyi seven, bilen insanlardı. Uzun minibüs yolculuklarında, yemek sohbetlerinde harika
zaman geçirdim. Özellikle En iyi Fotoğrafı
karesini yakalamaya çalışırken çok eğlendim! Buradan herkese çok teşekkür ederim...
PS: Buket Özüzüm; Her gün aldığınız notları benimle paylaştığınız için Size özellikle teşekkürler, bütün bunları yazabilmemde çok yararı oldu!