Perito Moreno sonrası
akşamüzeri El Calafate’ye varıyoruz. Hediyelik eşya dükkânları, restoran ve
kafeler ve de her türlü outdoor kıyafet ve malzemeyi bulabileceğiniz
mağazalarla dolu Avenida del Libertator, yani şehrin ana caddesi hala canlı.
Daha sonra otelde buluşmak üzere sözleşip dağılıyoruz.
Dönüş yolunda, Perito
Moreno’da bize eşlik eden rehberimiz Pilar limonlu kekleri çok güzel bir
kafeden söz etmişti. Önce bu limonlu keklerin izinden gitmeli diyerek La
Zaina Kafeyi arıyoruz.
Ana cadde, Avenida del Libertator’a
çıkan sokaklardan birinde, az ileride köşede bulduğumuz La Zaina Cafe ilginç
bir mekân. Giriş kapısında Kafe yerine “Müze ve Sanat Barı” yazan mekâna
girdiğinizde sanki zamanda yolculuk yapmış ve kovboylar döneminde bir bara
girmiş gibi hissediyorsunuz. İçerisi bir sürü antik eşya ile dolu…
Bir süre sonra La
Zaina’nın Finlandiya asıllı cana yakın sahibesinin, El Chalten’e gidip gelirken mola verdiğimiz La Leone Hotel’in eski sahibinin kızı olduğunu
öğreniyoruz. Konu La Leone olunca muhabbet uzuyor. Konuksever ev sahibemiz bize
albümler gösteriyor, duvarlardaki fotoğraflar hakkında bilgiler veriyor. Ayrıca bloğumda 6. bölümde uzun uzun anlattığım Butch Cassidy ve Sundance Kid’in La
Leone’de konaklamalarıyla ilgili öykünün büyük olasılıkla gerçek olmadığını
öğreniyoruz. Kafenin Sahibesi Butch ve Sundance'ın çok daha güneyde görüldüklerinden söz ediyor. “La Leone tarafına gelmiş olmaları pek
mantıklı değil, nehri buradan geçmişlerdir” diyor bize harita üzerinde
başka bir noktayı gösterirken. La Leone’nin duvarlarındaki aranıyor ilanlarından
söz ettiğimde ise; “Onlar turistler için”
diyor. Oysa Butch Cassidy’nin aranıyor ilanıyla bir resmimi çektirip çoktan bloğa
koydum bile…
|
La Zaina Cafe |
|
La Zaina Cafe'den |
|
La Zaina Kafeden bir başka kare |
|
La Zaina'daki fotoğraflardan...
Sağda; La Leona Hotel'in eski işletmecisi ve kafenin şu andaki sahibinin annesi.
Solda: La Leona Nehri ve köprü yakınındaki otel. |
La Zaina’da geçirdiğimiz
keyifli zamanın ardından sokaklarda dolaşıp birkaç fotoğraf daha çekiyorum.
Akşam yemeğimizi tüm
gezinin en iyi restoranlarından Don Pichon’da alıyoruz. El Calafate’yi biraz
yukarıdan gören harika bir manzarası olan restoranın yemekleri de çok güzeldi…
(Zaten tripadvisor’da 300 den fazla kişi bu restoran için puan vermiş ve % 83’ü
mükemmel demişler! Bu da link'i...)
El Calafate sokaklarından
birkaç fotoğraf;
|
Biz Arjantin'deyken ölen Hugo Chavez'in anısına,
El Calafate Sokaklarından... |
Ertesi sabah ismini Patagonya'ya özgü böğürtlen
benzeri meyveden alan bu şirin şehirden ayrılıyoruz. Bir sonraki durağımız
Puerto Natales yani Şili…
Bu kez yolculuğumuzu, sınır
geçişi daha kolay olacağından tarifeli otobüs ile yapıyoruz. Otogardan bindiğimiz otobüsün yolcularının kalanı da bizler gibi turist. El Calafate ile
Puerto Natales arası 282 kilometre ve sınır geçişinde oyalandığınız süreye bağlı olarak 5-6 saat kadar
sürüyormuş. Otobüsümüz yarım saat gecikmeli
olarak saat 9.00 gibi kalkıyor.
Kömür
dolu tren vagonlarıyla dikkat çeken, Veintiocho de Noviembre isimli -
ki 28 Ekim anlamına geliyor- küçük bir madenci kasabasından geçip Arjantin’den
çıkıyoruz. Burası tüm Arjantin’deki tek aktif kömür madeni Rio Turbio’ya sadece
15 kilometre kadarmış. Arjantin’den çıkış
işlemlerimizi otobüs şoförü hallediyor. Tüm yolcuların pasaportları toplanıyor ve
15-20 dakika içerisinde çıkış damgası basılmış şekilde geri getiriliyor. Şili
sınırı; Dorotea Pass’a kadar bir 15-20 dakika daha otobüsle devam ediyoruz.
Şili’ye girmek o kadar
kolay değil maalesef. Bu ülkeye kesinlikle yiyecek ve içecek sokamıyorsunuz.
Hatta aşağıda paylaştığım broşürde de görebileceğiniz gibi; hayvan ürünlerinden yapılma veya ahşap el sanatları bile yasak… Zaten yol boyunca Şili’de yaşayan rehberimiz Cem’in
uyarılarıyla grup yanındaki çerezleri tüketmek için tıkınıp duruyorduk ama bu “el sanatları” uyarısı biraz strese
sokuyor bizleri…
|
Şili'ye girerken yanınızda bu broşürdekiler olmamalıymış! |
Fakat sınırdakiler o gün pek de sıkı değiller. Önce otobüsten iniyorsunuz. Bavullarınız bir kenarda
dururken pasaport işlemlerinizi hallediyorsunuz. Şanslıyız ki sınırdan geçen tek otobüs bizimki. Birkaç otobüsün aynı anda sınırda olduğu
zamanlarda pasaport işlemleri için uzun süreler beklemek mümkünmüş.
Pasaportu işlemleri
bittikten sonra valizinizi alıp x-ray cihazından geçiriyorsunuz. Bizim valizler
cihazdan geçerken görevli ekrana göz ucuyla şöyle bir bakıyordu. Cem’in
söylediğine göre zaman zaman bavulları açtırdıkları, gereksiz sorun
çıkardıkları oluyormuş...
Sınır geçişi sonrası kısa
bir yolculuğun ardından vardığımız Puerto Natales, Şili Patagonya’sında yer alan
yaklaşık 20 bin nüfuslu küçük bir şehir. Bu şehrin Torres del Paine Ulusal
Parkını görmek için buradan geçmek zorunda olmanız dışında pek bir özelliği
yok açıkçası. Şehir fiyortların arasında kalmış
bir körfezin kıyısında kurulmuş. Körfezin ismi de Seno Última Esperanza ki Son
Ümidin Sesi anlamına geliyor.
Hotelimiz Aqua Terra
dışarıdan bakıldığında hayal kırıklığı yaratsa sonrasında da hoş bir dekorasyonu olan
sevimli bir hotele dönüşüyor. Üstelik seyahatimiz boyunca kaldığımız tüm oteller içerisinde en geniş odalar da
yanılmıyorsam bu oteldeydi...
|
Manuel Bulnes Caddesinin diğer tarafından Aqua Terra Hotelin görünümü |
|
Aqua Terra Hotelden bir köşe... |
Otele yerleştikten sonra
öğle yemeği için yolun hemen karşısındaki El Bote Restorana gidiyoruz. Yemek
sonrası bu küçük şehri keşfetme zamanı.
Önce, Son Ümidin Sesi’ne
yani körfeze kadar yürüyoruz. Deniz gerçekten güzel görünüyor. Sahildeki kısa bir
yürüyüşün ardından şehrin sokaklarına dağılıyoruz. İlk dikkatimi çeken Şili’li
şoförlerin yayalara davranışı. Abartısız hepsi durup yayalara yol veriyor. İster
sokak arası ister ana cadde olsun fark etmeksizin hem de. Tıpkı ülkemizdeki
gibi, değil mi?
|
Restaurante El Bote |
|
Sena Ultima Esperanza, Son Ümidin Sesi Körfezi |
|
Puerto Natales, sahilden |
|
Puerto Natales'in kuruluşunun 101. yılı anısına 2012 yılında yapılmış anıt; Monumento Al Viento |
Puerto Natales’de
gezerken sık sık Milodon denilen yaratığın izleriyle karşılaşıyorsunuz. Anahtarlıklarda, tişörtlerde, magnetlerde kısacası her türlü hediyelik eşyada
o var. Hatta şehirde kocaman bir Milodon heykeli bile var. Milodon, Patagonya’ya
özgü nesli tükenmiş devasa bir tür tembel hayvan. Ağırlığı 200 kiloya boyu ise arka
ayakları üzerinde kalktığında 3 metreye kadar ulaşabiliyormuş. Bu tarih öncesi
canlıya ait fosiller Patagonya’da bulunmuş. Hatta bu canlıya Milodon ismini
veren Richard Owen isimli araştırmacı, üzerindeki dişler eksiksiz olan bir alt
çene kemiğinden çok yararlanmış. Bu çene kemiğini bulan da Charles Darwin. Sanırım
1990’larda artan turizm hareketi sonucu Puerto Natales’liler, kasabaları için
ilginç bir maskot ararlarken bu tarih öncesi canlıyı yeniden keşfetmişler.
|
Milodon. (Bu fotoğraf Wikipedia'dan...) |
|
Alberto deAgustini; Bölgedeki Yerli halk ile iyi ilişkiler kurmuş İtalyan Kaşif, Dağcı, Haritacı ve Fotoğrafçı... |
|
Puerto Natales Sokaklarından |
|
Puerto Natales şehir meydanı; Plaza des Armas. |
|
Puerto Natales Sokaklarından bir kare daha |
|
Puerto Natales'den son kare; Sevimli çöp kutuları... |
Akşam yemeğimiz yeniden
El Bote Restoranda. Otelden çıkmadan önce lobide otelin ikramı olan Güney Amerika'ya, özellikle de Peru'ya özgü içki Pisco Sour’larımızı
içip Dünya Kadınlar Gününü bu konuda birer küçük dilekte bulunarak kutladık. Diğer önemli
kutlamamız ise gruptan Banu ve Barbaros Taşan çiftinin evlilik yıldönümleriydi.
Ertesi gün Torres Del
Paine Ulusal parkına gidiyoruz…
Son söz: El Calafate’li
dondurma da pek güzel oluyor!